Doğal Ekonomi

Süleymaniye Vakfı’nın internet televizyonunda branşında bir duayen olarak kabul edilen Prof. Dr. Servet Bayındır hocam ile birlikte ”Doğal Ekonomi” isimli bir program yapmayı planlıyoruz. Doğal bir diğer ifade ile fıtri tabii olarak var olan demektir. Allah bize Rum Suresi 30. ayette ”Yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın insanları yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Doğru din budur ama çoğu insan bunu bilmez.” buyurarak fıtrat kelimesinden ne anlamamız gerektiğini anlatıyor.

Bu programı yapmaktaki amacımız içinde bulunduğumuz ekonomik durum özelinde genel olarak ekonomiyi herkesin anlayabileceği şekilde konuşmak ve Kur’an’da her türlü sorunun çözümünün olduğunu ortaya koyabilmek. Bu program ile eş zamanlı olarak kaleme almak istediğim bu makalelerimde ise dile getirmek istediğim konuları sizler sunmak istiyorum.

Bugün yaşadığımız ekonomik durumdan mümkün olan en hızlı şekilde çıkabilmemizin yolu bu durumun sebeplerini anlamaktan geçiyor. Bunu anlayabilmek için yakın tarihte bir yolculuğa çıkmamız şart.

İnternetin büyük gelişim gösterdiği 1995 yılından 2000 yılına gelene kadar Silikon Vadisi’nde yeni iş fikirleri ortaya çıkmıştı. Silikon Vadisi, Amerika’da Kuzey Kaliforniya’daki San Francisco vadisinin bir parçası olan San Jose vadisine verilen isimdir. Bu ismin sebebi ise bölgede yoğun olarak üretim ve geliştirme faaliyetinde bulunan chip üreticileridir ve teknoloji alanında gelişmelere büyük katkı sağlamaktadırlar. Amerika’da Nasdaq endeksine dahil olan bu teknoloji şirketlerine yoğun bir yatırımcı ilgisi oldu. 2000 yılında borsada bir balon oluştu ve bu balonun patlamasıyla milyonlarca dolar kaybedildi. Teknoloji borsası Nasdaq % 78 oranında değer kaybetti.

Bu patlayan hisse senedi balonunun etkilerini azaltmak ve ekonomiyi ciddi bir durgunluktan korumak için faiz oranları dönemin Amerika Merkez Bankası (FED) başkanı Alan Greenspan tarafından 1950’lerden bu yana en düşük seviyelerine çekildi. Bu tarihi düşük faiz oranları ile Amerika’da 2008 yılına kadar neredeyse nefes alan herkese kredi verilmeye başlandı.

Borsada yaşanan balon krizinin ardından yatırımcılar düşük faizli krediler ile daha güvenli gördükleri gayrimenkul piyasasına yatırım yapmayı tercih ettiler. Bu sayede merkezinde ABD’nin olduğu ve dünyanın her tarafına yayılmaya başlayan bir gayrimenkul talep patlaması ortaya çıktı. Ev fiyatları hızla yükseldi.

Yalnızca geliri düşük hane halklarının kullanabildiği ve subprime denilen yüksek riskli krediler ABD’nin önde gelen finans kuruluşları tarafından tüketicilere verildi. Bu dönemde konut fiyatları hala çok yüksek fakat kredi almak kolaydı. Bankalar düşük ve değişken faizli subprime kredileri son sürat vermeye devam ediyordu. Konut fiyatının yüzde 100’üne hatta daha fazlasına kadar kredi alabilmek hala bu dönemde çok kolaydı. Özellikle bu kredilerin hedeflediği kitle alt ve orta gelir sınıfına ait tüketiciler tarafından yoğun ilgi görmeye devam ederken, 2004 yılı ortalarında ABD Merkez Bankası (FED) emlak balonu tehlikesini farkına vardı ve faiz artımına başladı.

FED’in faiz artırımlarına başlamasından sonra emlak sektöründe durgunlaşma yaşandı. Durgunlaşma sonrası konut fiyatları ve kira gelirleri piyasanın çok altına çekildi. Bu noktadan sonra kredi borçları gecikmeye başladı ve ilk kez kredi kullanan alt gelir sahipleri borçlarını ödemekte zorlanmaya başladı. Finans kuruluşları tarafından alınan bu risk, mali açıdan yapılarını geri dönüşü zor bir sürece soktu.

Verdikleri kredilerin finansmanını yatırım bankaları üzerinden ihraç ettikleri tahvillerle sağlayan bankalar, verdikleri borçların karşılığını alamayınca 10 trilyon dolarlık büyüklüğüyle ipotekli kredi piyasası alarm vermeye başladı. Yatırım bankaları için durum çok daha vahim bir hal aldı.

Basit bir “kredi krizi” olarak başlayan kriz, kısa bir süre sonra finansal krize dönüştü. Finansal değere sahip menkullerin nakde çevrilebilirliği her geçen gün daha fazla zorlaştı. Bu süreçte ABD’nin en önemli sektörlerinde durgunlaşma baş gösterdi.

Kolay kredi fırsatından yararlanan bireysel yatırımcılar, kontrolsüz genişleyen piyasanın ilk kurbanları oldular.

Kredi derecelendirme kuruluşlarının subprime kredilerine yönelik kıymetlerin notunu düşürmesini takiben bu kıymetler üzerine yatırım yapan kurumsal yatırımcılar portföylerinde bulunan kıymetler için tekrardan değerlendirme yapmak durumunda kaldılar. Piyasa koşulları nedeniyle oldukça düşük değerlemeler yapıldı. Değerlemeler sonucu bazı büyük kurumsal firmaların sahip oldukları yatırım fonlarını dondurmalarından başka bir çare kalmamıştı.

Bear Stearns’ten 48 saat içerisinde 17 milyar dolara yakın para çekildi. ABD Merkez Bankası yaşananlar karşısında bankayı kurtaramayacağını görünce, Mart 2008 tarihinde ABD’nin büyük yatırım bankalarından Bear Stearns, hisse başına yalnızca 2 dolara, toplamda 236 milyon dolar değerlemeyle JP Morgan tarafından satın alındı. Bear Stearns bankasının kriz öncesi piyasa değeri 20 milyar dolar civarındaydı.

Yaklaşık aktif büyüklük toplamı 173 milyar doların üzerindeki 13 banka battı. Bear Stearns, JP Morgan tarafından, Merrill Lynch ise Bank of America tarafından satın alındı. Kurtarılabilmesi için tüm uğraşlara rağmen alıcı bulamayan Lehman Brothers ise 613 milyar dolarlık borcuyla 15 Eylül 2008’de iflasını açıkladı.

Mevduat toplama gibi fonksiyon ve yetkileri bulunmayan iki yatırım bankası Morgan Stanley ve Goldman Sachs’ı kurtarmak için FED, iki bankanın statüsünü derhal değiştirdi. ABD’de bir süreliğine yatırım bankacılığı modeli böylece rafa kaldırılmış oldu.

ABD, 700 milyar dolarlık kurtarma paketini onayladı. Krizin ABD ekonomisine maliyeti trilyon dolarlarla ifade edildi. İngiltere ve İzlanda krizin kürsel dalgasından en çok etkilenen ülkeler arasında yer aldı.

Kriz sonrasında ülkeler; mevduat garantilerinin artırılması, bankaların sermayelerinin güçlendirilmesi, kamulaştırma, ipotekli konut kredisi tahvillerinin alınması, borsada açığa satışın yasaklanması ve banka borçlarına devlet güvencesi verilmesi gibi pek çok önlem aldılar.

Uygulanan tahvil geri alım programları büyük bir para bolluğuna sebep oldu. Bu paranın önemli kısmı gelişmiş ekonomilerde kalırken bir kısmı da Türkiye’nin de içinde bulunduğu yükselen ekonomilere doğru aktı. Ancak bu sermaye akımı doğrudan yatırım yerine portföy yatırımları şeklinde oldu. Çünkü doğrudan yatırım olabilmesi için gerekli görülen yapısal reformlar bu bolluğun verdiği rahatlıkla gerçekleştirilmemişti

Amerikan Merkez Bankası FED 22.Mayıs.2013 yılına kadar devam ettiği tahvil geri alımlarını bu tarihte azaltmaya başlayacağını açıkladı. Yaklaşık 6 yıldır devam eden parasal bolluğun sonunun gelinmişti.

Bu açıklama ile birlikte yükselen piyasa ekonomilerine giden yabancı fonlarda azalma ortaya çıktı. Hatta bu, zaman zaman tersine akımlara da döndü.

Morgan Stanley’in 2013 yılı Ağustos ayı ekonomik raporunda kırılgan beşli diye bir gruplandırmayı ortaya attı. Bu grupta Hindistan, Brezilya, Endonezya, Türkiye ve Güney Afrika yer alıyordu. FED’in bu açıklamasının ardından paraları en çok değer kaybeden yükselen piyasa ekonomileri bu beş ülke oldu. Bu ülkelerin böyle bir grubun içinde değerlendirilmesinin nedenleri olarak yüksek cari açık oranları, yüksek bütçe açıklar, yüksek enflasyon oranları ve büyüme performansındaki potansiyel düşüşler gösteriliyordu. Bu ülkelerin dış finansman ihtiyaçlarında önemli artışlar olacağı ve FED’in kolay para politikasını terk etmesi ile bu ekonomilerin gerekli dış finansmanı bulmakta çok zorlanacakları vurgulanıyordu.

FED’in tapering yani tahvil alımlarını azaltma sinyali verdiği 22.Mayıs. 2013 tarihinde kırılgan beşlinin yapısal reformları hayata geçirmeye başlamaları için hala önlerinde zaman vardı. FED’in tahvil alımı yoluyla piyasaya para vermesi ve dolayısıyla bu bol paranın yükselen piyasa ekonomilerine akmaya devam etmesi sonsuza kadar devam edecek bir politika değildi. O nedenle gerekli önlemleri almak en akıllıca görünen yoldu. Ancak ne yazık ki geçen 5 sene içinde bile hala bu yapısal reformlar hayata geçirilmedi. Bahse konu olan yapısal reformları önümüzdeki programlarda detaylıca inceleyeceğiz.

Allah bize Bakara Suresinin 276.ayetinde faizli işleri dara sokacağını açık bir şekilde söylüyor. Nitekim yüksek veya düşük faizli ekonominin tüm dünyayı nasıl etkilediği görülüyor. Yine Bakara Suresinin  279. ayetinde faizden vazgeçmezsek ”Allah’a yani Allah’ın kitabına karşı savaşmakta olduğunuzu bilin” buyuruyor Ne yazık ki Kuran-ı Kerim’in emrine Müslümanlar uymuyor. Oysa Allah bize Al-i İmran Suresi 103. ayetinde ” Allah’ın ipine (Kur’ân’a) hep beraber sıkı sarılın, ondan ayrılmayın.” buyuruyor.

Yine her makalemde birkaç ekonomik terimi kısaca anlatmak istiyorum. Böylece okuyucular  kısa süre içinde ekonomik verileri daha iyi anlama imkanına kavuşacaklar. Bu makalemde CDS ve SWAP’tan bahsedeceğim.

Son dönemlerde adını sık sık duyduğumuz CDS, Credit Default Swap deyiminin kısaltmasıdır. Türkçede tam bir karşılığı olmamakla birlikte “kredi risk primi” olarak tercüme edilebilir. CDS, bir kişi ya da kuruluşun, kredi sahibinin karşılaşabileceği alacağın ödenmemesi riskini belirli bir bedel karşılığında üstlenmeyi kabul etmesinin bedelidir. Yani özetle bir nevi sigorta sistemidir. Ülkeler açısından risklerin ölçülmesinde son zamanlarda en fazla kullanılan ölçü budur. Eskiden ülkenin reytingi bu tür ölçümlemeler için yaygın olarak kullanılırdı. Ne var ki reyting kuruluşlarının itibar kayıpları ve reyting ölçümlerinin sıklıkla yapılamaması günümüzde CDS primlerini itibar ölçümünde ön plana çıkarmış bulunuyor. Dolayısıyla bir ülkenin risk durumunda artış olup olmadığını anlamanın en kestirme yolu.

Türkiye’nin yılbaşında 161 olan CDS primi, 3 Eylül’de 574 ile zirve yapmıştı. Geçen hafta itibariyle 365.Yani bir Türk tahvili alan ve bunu CDS garantisine bağlamak isteyen kişi ya da kurumun tahvilin değerinin yüzde 3.65’i oranında risk primi ödemesi gerekmektedir.

Borsa İstanbul bünyesinde kurulan Swap Piyasası, 1 Ekim 2018’de faaliyete geçecek. Peki nedir bu Swap? Swap’ın Türkçesi değiş tokuş, takas olarak tanımlanabilir. Daha iyi anlayabilmek için Türkiye’de en çok kullanılan döviz swaplarına bakalım. Döviz swabı iki kurumun değişik para cinsinden varlıklarını değiş tokuş etmeleri demektir. Örneğin A bankasının dolara B bankasının TL’ye ihtiyacı olduğunu varsayalım.A bankası elindeki TL varlıkları bir yıllığına B bankasına devrediyor,B bankası da elindeki dolarları yine bir yıllığına A bankasına devrediyor.Bu devir belirli bir kur üzerinden ve belirli bir faiz oranı ile yapılıyor.Bu varlıklar bankaların bilançolarından çıkmıyor sadece bir yıllığına devrediliyor.Bu şekilde söz konusu bankalar kur risklerini sigortalamış oluyorlar.Bu swap piyasalarının Avrupa’daki merkezi Londra.Bu işlemi maliyeti en düşük şekilde yapmak istiyorsanız çok sayıda kurumun bulunduğu bir merkezde yapmanız gerekiyor.Bu işlemi Londra’da yapmak mümkün olduğu gibi merkez bankası nezdindede yapmak mümkün.Bu işlem merkez bankasında döviz repo ihaleleri aracılığı ile yapılıyor.Benim anlamakta zorlandığım ise bankaların bu pazarın Avrupa merkezi olan Londra’da ya da bizim merkez bankamızın şemsiyesi dışında bir pazarda niçin bu işlemi yapmak isteyecekleri konusu.

Bir diğer merak edilen konu ise döviz kurları. Benim şahsi düşüncem yıl sonu dolar kurunun 5.50 seviyelerinde dengeleneceği. Bu tür tahminlerin ekonomik ve matematik boyutları olması gerekli. Örneğin ödemeler dengesinden ya da bazı portföy teorilerinden yola çıkarak Türk lirasının değerinin ne olması gerektiğini bulmak mümkün. Bu ortaya çıkan ekonomik ve matematiğe dayalı hesaptan sonra mevcut konjonktüre bakılır. Örneğin genel politik gelişmeler, örneğin uygulanan ekonomi programlar ya da dış politikadaki gelişmeler. Bu konulardaki mevcut durum göz önüne alınması gerektiği gibi gelecekle ilgili tahminlerde önemli.

Önce çeşitli modellerle Türk lirasının sene sonunda örneğin dolara karşı hangi seviyede olabileceği ekonomik ve matematiksel olarak hesaplandığı zaman 5 lira civarlarında olduğu ortaya çıkıyor. İçinde bulunduğumuz çeşitli politik gelişmeleri göz önüne alındığı zaman 5.50 değerine ulaşılıyor. Bu tahmini yaparken bir ön varsayım olarak 12 Ekim’de görülecek olan rahip davasını göz önünde tutmak durumundayız. Bu davanın sonucuna göre tekrar bir değerlendirme yapmak gerekebilir. Mevcut tahminim hükümetin açıkladığı Yeni Ekonomik Plan (YEP) ile uyumlu görünüyor.

Yazımın sonunda bir hakikat taliplisi olarak öğrencisi olmaktan gurur duyduğum SUSEM (Süleymaniye Vakfı Uzaktan Seminer Merkezi) vasıtası ile tanışma imkanı bulduğum ve bu çalışmalarımda beni sürekli destekleyen başta Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır hocam olmak üzere Dr. Fatih Orum, Dr.Yahya Şenol, Uzm. Vedat Yılmaz hocalarıma, ayrıca gerek makale yazmam için  gerekse Fıtrat TV’de yayınlaması planlanan ”Doğal Ekonomi” programı için beni teşvik ve motive eden  Erdem Uygan hocama ve son olarak bu sohbet programını beraber yapmaktan gurur duyduğum Prof. Dr. Servet hocama teşekkürlerimi sunarım.

Allah yar ve yardımcımız olsun.

Ömer Mahmut Kuzanlı