TORNADAN ÇIKMA

Hani “aynı tornadan çıkma” diye bir tabir var ya, diyanetteki Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeleri ve diyanete hakim dini anlayışta olan kişiler için böyle desek abartılı olmaz. Tabii ki ilahiyatlardaki genel dini algıda üzülerek söyleyeyim ki böyle.

Sebebine gelince ise aynı müfredatın ürünleri. Yani akletmeden, eleştirel yaklaşmadan, usul kitaplarında önceden gelen (atalardan buldukları) bilgilerin doğru kabul edilmesi ve onları dinin hakikatları olarak kabul etmeleri, konulara akla uygun mu, değil mi demeden sanki dinin emriymiş gibi anlatmaları.

Aşağı yukarı dini tüm konularda böyleler. Bir de konuya mezhepsel yaklaşınca (ki hakim görüş ehl’i-sünnet mezhebi bakış açısı), kendi görüşleri dışındakilere de ellerindeki imkanları (devletin kurumsal imkanları) kapatınca kendi görüşleri sanki dinin gereğiymiş gibi topluma tabir caizse dayatılıyor.

Bunu delillendirelim;

Dinde kaynak sadece Kur’an olmasına rağmen, sünneti de, yani sünnet diye nebimize atfedilen rivayetleri, ayetleri nasıl çarpıtarak kaynak haline getirdiklerini Fıkıh Usulü Kitabından gösterelim (M.Ü. İlahıyat Fakültesi Yayınları Nu: 24, 12. Baskı, İstanbul 2016).

Sayfa 59

II- Sünnet

B- Sünnet’in Teşri Kaynak Oluşu

1- Ayetler. “Sünnetin bir teşri kaynak olduğunu gösteren ayetler” .

  1. Burada Necm 3-4 ayetleri alınıyor, bağlamından (1-18) koparılıyor, Kur’an’a vahy’i-metluv (okunmuş vahıy) deniliyor, 3-4 ayetlerden sünnet/hadisler manası çıkarılarak vahy’i-gayr’i-metluv (okunmamış vahıy) deniliyor. Buradan hareketle nebimize nispet edilen rivayetlere sünnet olarak uyulması farz çıkarımı yapılıyor. Halbuki 1-18 ayetlerini bir bütün olarak okuduğumuz zaman nebimizin din adına söylediklerinin tamamının kendisine vahyedilen Kur’an’ın kendisi olduğu görülmektedir.
  1. Nahl 44 de “beyan” etsin yani kendine gelen vahyi olduğu gibi insanlara duyursun, anlatsın ifadesini çarptırarak, ayetlerde olmayanları da ortaya koysun manası yükleniyor. Halbuki 43-44 üncü ayetleri beraber okuduğumuz zaman, kendisine vahyedilenleri insanlara olduğu gibi duyurması istenmektedir.
  2. Rasule itaatla ilgili ayetler çarpıtırılarak, Allah’a itaatın karşılığını Kur’an, rasule itaatın karşılığını ise hadisler/sünnet diye çarpıtılarak dini iki başlı hale getirilmektedirler. Halbuki Allah’a itaat edin, rasule itaat edin demek rasul vasıtasıyla Allah’tan gelen vahye uyun demektir. O vahıy ise Kur’an’dır.
  3. Maide 67 kendilerine delil alarak “ey rasul” diye başlayan ayete “ey peygamber” diye mana verilerek, “Rabbinden sana indirileni tebliğ et” ayeti kapsamına sünneti/hadisleri de sokarak, rivayetleri dinin aslı unsuruna çevirmektedirler.
  4. A’raf 158 de geçen “rasul” ve “nebi” kavramlarına “peygamber” anlamı vererek ve buradan da hareket ederek “onun sözlerine iman etmiştir” den maksat işte bu sözler “hadisler” manasına çekilerek peygambere böyle inanılması lazımdır sonucu çıkarılıyor.

……….

Şimdi soralım bu anlatılanlar Allah’ın dini mi oluyor, yoksa Kur’an’a rağmen din adamlarının anlayıp din diye topluma sundukları din mi oluyor?

Elbetteki şuan dinin sahibi tarafından Kur’an’ında ortaya konulduğu gibi, bir gün Kur’an’a rağmen yapıp edilenler de açık seçik olarak da öne konacaktır.

Savaş Ören

Niğde Kur’an Evi Derneği Başkanı