NEBİ’YE KOMŞU OLMAK!

Dün ihtişamın bütün çekiciliğini içinde barındıran Dolmabahçe sarayını, her sorumuza tek tek sıkılmadan cevap veren, değerli rehberimiz Çiğdem Ekinci hanımefendi ve çok değer verdiğim Mine Alpay Gün ablamla beraber gezdik. Bu arada Çiğdem hanıma ve Mine ablama çok teşekkür ederim.

Osmanlının çöküşüne sebep olan dünya şatafatının etkisinde kalmamak mümkün değil. Lakin baktım ki onlar da bu ihtişamı arkasında bırakıp gitmişler…

Halbuki bizler iki kapılı bir handa misafiriz. İçimizi ve dışımızı çok iyi bilen tarafından hesaba çekileceğiz. Sahip olduğumuzu sandığımız her şeyin gerçek sahibi de Allah. Ölüm ise en acı gerçek. Kabre kadar bizimle giden ise sadece yaptığımız güzellikler.

Peki biz bu gerçeğin farkında mıyız?

İman etmedikçe cennete giremeyeceğiz. İman ise birbirimizi sevmeye bağlıdır. Bizler öncelikle insanlık ailesinin birer ferdiyiz. Kardeş olduğumuzu, kendimiz için ne istersek kardeşlerimiz için de aynı güzellikleri istememiz gerektiğini, aksi takdirde iman etmemiş olduğumuzu, zerre kadar iyilik ya da kötülüğümüzün asla karşılıksız kalmayacağını unutmamalıyız.

İman öncelikle güvenmektir. Güvenen bir beden gönülden teslim olur. Teslim olan insan ise sadece Rahman’a el açar. Çünkü bilir; Rahman’dan başkasına el açmak, O’ndan başkasının sözünü birinci sırada tutmak af edilmez bir suçtur. Nasıl yaşarsak öylece dirilip haşir olacağımızı unutmamalıyız.

Kendimiz gibi inanan, kendimiz gibi düşünen, kendimiz gibi hareket eden, kendi bildiğimiz ve gittiğimiz yolu tek yol kabul eden, diğer insanları kardeş görmeyip zavallı olarak gören, değersizleştirme gayretinde olan, selamı ve iyilik yapmayı kesen zavallılar durumunda oluğumuzu da unutmamalıyız.

Doğru yolun tek yolcusu olduğumuzu sanan, hak adalet peşinde koşup da, evlerinde gücü nispetince firavunluk yapan, bu kadar yazmalara konuşmalara bilgilere rağmen egolarını yenemeyip hala benim dediğim tek doğru diyen mahluklar durumuna düştük.

Kaybetme korkularımızdan dolayı dilsiz şeytan rolüne büründük. Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal… Neyi elimizde tutsak elimizde patlayan bir dünyaya şahitlik ederken, kendi hayallerimizin de ellerimizde bir bir yok olduğuna şahit olduk.

Dün dünyanın ne kadar çok güzelliklerle dolu olduğuna, dünya nimetlerinin insana en güzel şekilde sunumuna tekrar şahit oldum. Gözlerimin aldığı kareleri fotoğraflara sığdıramadım. Tıpkı hayattaki emellerimizi sığdırmadığımız gibi…

Yalan dünya, her şey bom boş, hancı sarhoş, yolcu sarhoş…

Şarkılara konu olan dünya mı yalan, yoksa hancı mı yoksa yolcu mu sarhoş?

Uzun ince bir yolda, iki kaplı handa gece gündüz giden sadece Aşık Veysel mi?

Haklının orman kanunlarına bağlandığı bir ortamda, haklılar sadece aslanlar mı?

Adaletin olmadığı düşünülen bir ortamda acaba bedenler sükunete erer mi?

Sükun bulmamış bedenler için, bizi olgunlaştırmak için yaşanan acılar bir yük olmaz mı?

Günde beş defa salaha, felaha, kurtuluşa davet edilmekteyiz. Her Cuma yeryüzünde adaletin inşası için hutbeler okunmaktadır.

Heyhat! Duyan yürekler günden güne ölmekte, bizler de bu ölümlerin içinde doğruluk edebiyatları yaparak ömürlerimizi tüketmekteyiz.

Halbuki her Cuma ısrarla söylenen Rahman adaleti, ihsanı, akrabaya, yakınlarımıza yardım etmeyi, çirkin işlerden, fenalıklardan ve azgınlıklardan uzak durmayı emretmektedir. Bu emir ise düşünüp taşınmamız, hayatımıza anlam katmamız içindir.

Ölmemiş yürekler için adalet şarttır. Adil olunmayan her mekan isyan yeri değil midir?

Ölçülü hareket etmek, herkesin hakkını vermek, iyilik yapmak, yolda kalmışa yardım etmek, ihtiyaçları gidermek, çirkin ve fena işlerden uzak olmak, azgınlık yapmamak ancak çift dünyalı yaşamamamızla mümkündür.

Mazeretlerin arkasına sığınarak “yapacağım, geleceğim, vereceğim, varım…” dediğimiz halde gitmememiz, acılarımızı önümüze katıp ta sözlerimizde durmamamız, verilen emeklere saygı duymamamız, sadece kendi yaptığımız hayrı görüp de diğer güzelliklere kör olmamız bizi Rahman’a layıkıyla kul yapabilir mi?

Nöbetleri tutamadığımız, okçular tepesinin boş bıraktığımız, Allah’ın vahyi ile inşa olmadığımız, tek dünyalı yaşamaya devam ettiğimiz, kardeşlerimize zulmettiğimiz, camilerde evliya, evler de ise eşkıya olduğumuz, adaleti söylemlere bıraktığımız sürece, söylemlerimiz yüreklerde yer eder mi?

Hasılı kelam; Nebi’nin doğduğu şu günlerde Nebi gibi yaşamazsak Nebi’ye komşu olabilir miyiz?

Asiye Türkan