Suriye’de Gerçekten Cihad Var mı?

Uygur bir adam, çocuklarını ve hasta olan karısını, Çin işgali altında olan Doğu Türkistan’da bırakıp Suriye’deki cihada katılmak amacıyla İstanbul’a geldi.

Kesin olarak biliyoruz ki Çin, Esed’e destek veriyor ve aynı zamanda Uygur halkının ülkelerini terk etmelerini kolaylaştırıp, onların arsalarına ve mallarına el koyuyor.

Böyle bir Uygur adamın kafasındaki cihad nedir?  Hasta olan karısını ve çocuklarını neden terk ediyor? Cihad meselesini bugün nasıl anlamamız gerekiyor?

“Cihad” kelimesinin Arap dilindeki anlamından başlamak istiyorum:

Eşine ve çocuklarına yemek hazırlayan kadın “cehd (gayret)” ortaya koymuş olur, bu kadına “mucahide” denir.

Hasta olan babasına bakan genç, bir “cehd (gayret)” ortaya koymuş olur, bu gence “mucahid” denir.

Ailesini geçindirmek için çalışan adam bir “cehd (gayret)” ortaya koymuş olur, bu adama “mucahid”

Derslerinde başarılı olmak için çalışan öğrenci bir “cehd (gayret)” ortaya koymuş olur, bu öğrenciye “mucahid” denir.

Aynı zamanda başkalarının malını çalan bir hırsız bu işi yaparken de bir “cehd (gayret)” ortaya koyduğu için Arap dili bakımından “mucahid” sayılır.

O halde “cihad” her hangi bir işi yapmak için ortaya koyulan gayrete denmektedir, bu iş iyi veya kötü de olabilir.

Eğer Allah rızası için, Allah’ın kitabına uygun olan bir iş için gayret harcanıyorsa, buna “Allah yolunda cihad” denir.

Zalimlere karşı durmak bir cihattır. Allah bunu Kur’an’da tüm Müslümanlara emretmiştir:

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten menedersiniz.”. Al-İmran 3/110.

İyiliği emretmek cihattır. Kötülükten alıkoymak da cihattır.

Cihad genellikle sözle olur, ancak zaruriyet halinde silahla olur.

Silahlı kuvvetlerle cihadın başarıya ulaşması mümkün değil ise o halde mutlaka sözlü cihad yapmak gerekir, tıpkı yüce Allah’ın, nebisine buyurduğu gibi:

“Kafirlere sakın boyun eğme! Onlara karşı onunla (Kur’an’la) büyük bir cihad yap.” Furkân 25/52.

Onlara karşı “onunla”, yani Kur’an’la cihad yap.

Yüce Allah, hak yolda gidenlerin, batıl yolda gidenlere karşı gayret göstermelerine “büyük cihad” demiştir.

Yani “cihad” bugün bir çok Müslümanın zannettiği gibi sadece silahla yapılan savaş değildir.

Kur’an elimizde olduğu için bu “büyük cihad”ı tüm Müslümanlar, her zaman ve her mekanda yapabilirler.

Zalime karşı, Allah’ın hak sözleriyle cihad etmek, o zalimin boynuna bir kılıç saplamaktan daha acı vericidir.

Suriye’deki iç savaşın içinde dört sene yaşadığım için, birazdan söyleyeceklerimi konuşmaya hakkım var.

Suriyelilerden bir grup, Beşar Esed’in zulmüne karşı hak sözlerle cihat ediyorlardı.

Onlardan bazıları şehit edildi, bazıları hapsedildi, bazıları da Suriye dışına sürgün edildi.

Ve onlardan bazıları da bir takım hafif silahlarla Esed rejimine ve ordusuna karşı savaşa giriştiler.

Bu noktada “silahlı cihad” konusuna özetle değinmek istiyorum.

“Silahlı cihad”ın Allah rızası için ve Allah yolunda sayılması için iki şart gerekir:

Birincisi; savaş için çok iyi hazırlanmış olmak gerekir.

Ancak ellerinde hiçbir imkan olmamasına rağmen insanlardan bir grubun çıkıp, sırf kendilerini hak yolda zannetikleri için, savaş gücü bakımından eksiksiz olan bir düşmana karşı “biz onlarla silahlı savaşa girmeliyiz” demesi yeterli değildir.

Çünkü yüce Allah buyuruyor ki;

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları/gereçleri/mühimmatı hazırlayın.  Onlarla Allah’a düşman olanı, size düşman olanı  ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği, size düşmanlık yapanları korkutursunuz. Allah’ın tavsiye ettiği şekilde her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.” Enfal 8/60.

Elinde sadece tüfek olan bir adamın -hak yolda olsa bile- tankları, uçakları, füzeleri olan bir düşman için “ben onunla silahlı savaşa gireceğim” demesi mümkün değildir.

Allah’ın yardımına güvenmek için sadece hak yolda olduğunu düşünmek yeterli değildir. Hakkını almak için doğru metodu seçmiş olmak gerekir.

Suriyeli bir grup, ellerinde hiçbir şey olmamasına rağmen, her türlü savaş gücüne ve maddi imkana sahip olan rejime karşı silahlı cihada giriştiler.

Bu girişimin sonucunda tüm şehirler harab oldu ve bugüne kadar dört yüz binden fazla insan öldü.

Bu savaş hala bitmedi. Ve durum, her geçen gün, bir öncekinden daha da kötü bir hal alıyor. Yanmakta olan bir ateş gibi, bu savaşa dahil olanların sayısı arttıkça, ateş daha da büyüyor. Çünkü ateş, içine giren her şeyi yiyerek beslenir.

Suriye dışında yaşayan bazı şeyhler ve din adamları,  örneğin; Dünya Müslüman Alimler Birliği başkanı Yusuf el-Karadavi; Suriye’nin, Esed rejimine karşı artık silahlı cihad alanı ilan edildiğine ilişkin İslam alemine fetvalar vermeye başladırlar: Suriye hakkında hiçbir şey bilmeyen ve Suriye dışında yaşayan bu kimseler, yaşlarını gerekçe gösterip mucahidlerin başına geçmeye de tenezzül etmiyorlar.

Ve bu kimseler, kendilerinin ulema olduklarını gerekçe göstererek savaştan uzak duruyorlar, sadece ellerinde hiçbir şey olmayan insanları, tanklara, uçaklara ve füzelere karşı savaşa teşvik ediyorlar. Sonra da bizim görevimiz bu diyorlar.

Bugün dünyanın her tarafından Suriye’ye silahlı cihada gelen Müslümanlar, öldürüldükleri takdirde Cennetin onları beklediğini düşünüyorlar.

Onlardan birisine “senin burada ne işin var?” diye sorulduğunda, hemen şu ayetle cevap verecektir:

“Size ne oluyor da: ‘Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir veli gönder, katından bize bir yardımcı lutfet’ diyen zavallı çocuklar erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” Nisa 4 :75.

Yani bu adam demek istiyor ki; ben Suriye’ye zayıf düşmüş erkekler, çocuklar ve kadınlara yardım etmek için geldim.

Ancak bugün gözlerimizle gördüğümüz gerçek şu ki; bu cihad başladığından beri her gün onlarca masum erkek, çocuk ve kadın öldürülüyor.

Birçoğu da Suriye’den kaçmaya çalışırken denizde boğuluyorlar. Tüm bunların hepsi, Müslümanların yanlış bir metot takip ederek, Allah yolunda cihad ettiklerini sanmaları yüzünden.

Ayette söylendiği gibi zayıfları koruyabilmek için iyi hazırlık yapmış olmak ve yeterli miktarda silah gücüne sahip olmak gerekmektedir.

Yani, zayıfları himaye edebilmek için öncelikle güçlü olmak gerekmektedir.

Bu ayet, Müslümanlar içerisinden güçlü olanlara seslenmektedir, zayıflara değil. Elindeki hafif silahlarla, şehirlerde yaşayan masum sivil insanlar arasına karışmanın ne anlamı var?

Bir savaş uçağı gelip de bomba bıraktığında, kendini bile koruyamıyorsun, nasıl zayıf insanları himaye edeceksin? Bu durumda, kendisini mücahid zanneden bu kişi, o katliama ortak olmuştur.

O halde, ya insanları bombalara karşı koruyabilecek yeterli silah gücünü eline alacaksın, yada bu bombardımanlarda masum insanların katline sebebiyet vermemek için silahı tamamen bırakacaksın.

Müslümanların, Allah’ın metodundan uzaklaşması yüzünden, bugün Suriye, her şeyin yerle bir olduğu, açık bir savaş alanına döndü.

Bugün Suriye, rejime destek veren yabancılar ve muhaliflere destek veren yabancılarla doldu taştı.

Suriye’nin yerli halkı, dünyanın dört bir yanına dağıldı ve onların bir çoğunun cesetleri denizin derinliklerinde kayboldu. Buna rağmen hala bazı Müslümanlar doğru metodu seçtiklerini zannediyorlar. Oysaki yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” Maide 5/105

Yani bu ayetten anlıyoruz ki; Allah’ın yoluna uygun doğru metod, bugün Suriye’de gördüğümüz gibi, zarar ve büyük felaketlere asla sebebiyet vermez.

İkincisi; silahlı cihad için mücahitlerin, bölünmeden,  tek bir saf halinde olmaları gerekmektedir. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” Saff 61/4.

Yani savaş, Allah yolunda olmalıdır, iktidarı ele geçirme yolunda değil.

Ve tüm mücahitlerin tek bir saf halinde olmaları gerekmektedir. Ancak bugün Suriye’de bunu da göremiyoruz. Çok sayıda gruplar var. Bu gruplar kendi aralarında anlaşmazlıklar yaşıyorlar ve tek bir komutanları yok. Yeterli silahları da yok. Dışarıdan ne emir geliyorsa onu yapıyorlar.

Ayetten anlıyoruz ki; Allah böyle bir savaşı sevmiyor ve razı olmuyor. Bu karşılık biz de bugün Suriye’de bu sebebten dolayı felaketler yaşandığını görüyoruz.

Böylece anlıyoruz ki; hasta eşini ve çocuklarını terk eden Uygur adam, aslında onların hakkına karşı çok büyük bir suç işlemiştir. Çünkü onlara karşı sorumluluğunu yerine getirmedi.

Eğer bu adam Suriye’de öldürülürse, bunun sorumlusu öncelikle kendisi, sonra da Suriye’de savaşa gitmenin vacip olduğu fetvasını veren hocalarındır. Çünkü onlar  hiçbir bilgileri olmadan bu fetvaları veriyorlar

Aynı zamanda bu hocalar ve din adamları, islam düşmanlarını Suriye’deki bu “İslamî cihad”ın zafere ulaşması için yardıma çağırıyorlar!! Ne zamandan beri İslam düşmanları “İslamî cihad”ı destekliyorlar?!

Ne zamandan beri Müslümanların cihadını Amerika yönetiyor?!

Tabi ki Müslümanlar Allah’ın kitabını terk ettiğinden beri! Ve böylece Müslümanlar Hıristiyan ve Yahudileri kendileri için yetki sahibi edindiler.

Bu yüzden Müslümanlar, kendileri için yetki sahibi edindikleri Amerika’dan izin gelmedikçe hiçbir şey yapamıyorlar.

Bugün, bütün bu felaketlerden sonra zafer bekleyen her hangi bir Suriyeli var mı?

Bugün, enkazlar ve parçalanan cesetler arasında herhangi bir Suriyeli mutlu olabilir mi?

Tarih ve yaşananlar kesin olarak gösteriyor ki bu noktadan sonra bu iç savaştan hiç kimse zaferle çıkmayacak. Ve tüm taraflar mağlup olacaklar.

Bugün Suriye için gerçek cihad, ancak her şeyi yok eden bu savaşın bitirilmesi ve bunun için de hem rejime hem de muhaliflere destek veren yabancıların Suriye’den çıkarılmasıdır.

Suriyelilerin aynı masa etrafında toplanıp, geriye kalan vatandaşların ve sağlam binaların korunması ve güvenliği için bir birliğe ulaşmaları gerekmektedir.

Eğer bunu yapamazsak Suriye’deki bu mezbahada insanların kanları akmaya devam edecek ve düşmanlarımız da sabah akşam mutlu olacaklar.

Hişam Alabed’in kaleme aldığı bu yazı, 25.06.2016 tarihinde Fıtrat Haber sitesinde yayımlanmıştır.