Günaydın İsmail Kılıçarslan

“Allah’ın -haşa- distribütöre de, onun dinini kurtaracak kaplan vaizlere de, zaten dindar gençleri “fanatik” hale getirecek hocalara da ihtiyacı yok. Ama benim, bizim, hepimizin Allah’ın şefkatine, merhametine, bağışlayıcılığına ihtiyacımız var. Bilmem anlatabildim mi derdimi? Rabbim’e yalvarıyorum anlatabilmiş olayım. (Yeni Şafak, 20/11/2018)” diyorsun ya dünkü yazında
Sonuna kadar sana katılıyorum
çünkü yaklaşık 20 senelik öğretmenlik yıllarımda aynı dertle dertlendim
Öğrencilerimin herbiri ayrı telden çalıyordu
Mutsuz, umutsuz, dinden-dindardan nefret etmek üzere olan ya da nefret etmiş kalplerine dokunmaya çalıştım hep
Bir yandan da dindarları görüp dinden soğumamak için kendimle acımasızca mücadele ettim
Çünkü o ehli sünnet bildiğimiz sarıklı cübbeli hocalar, kerli ferli adamlar, kaplan vaizler zorlaştırıyor, kolaylaştırmıyor; nefret ettiriyor, müjdelemiyorlardı
Kafalarının karmakarışık olduğunu fark etmiştim
Derdimi söylediğimde bana 300-400 yıl öncesinin -belki daha fazla- toplumuna ait çözümlerle cevap veriyorlardı
Oysa ben yüzlerce yıl sonrada yaşıyordum
Acımasız bir modernleşme ve kapitalizm ile başa çıkmak zorundaydım
Sabah işe gitmek için evden çıktığımda otobüse binerken rahat edebilmek için pantolon giyiyordum mesela
Pantolonumun paçaları pardesümün altından görünüyordu
Bunun uygun olmadığını söylüyordu sarıklı cübbeli hocalar
En iyisi evimde oturmam, dışarı çıkmamamdı
ama son ödeme günü gelen faturalar daha realist bir dille konuşuyordu
Her şeye rağmen evde olduğum dönemlerde benzer hocaların cemaatlerinden olan kelli felli adamlar, en son tesettür kreasyonlarını satmak için beni hedef kitle seçtiklerinde perdesü boylarını kısaltmışlardı, pantolonların paçalarının görünmesini sorun etmiyorlardı artık mesela
O kaplan vaizlerin benzerlerinden her köşede bir iki tane vardı
Din-ümmet-medeniyet diye konuşup yazıp duruyorlardı her yerde
Geçmiş güzellemesi yapmaktan geleceğe dair söz söylemeye zamanları kalmıyordu
Ben de çok gençken bir ara geçmişi çok güzel sanıyordum biliyor musun
Hele ‘asr-ı saadet’ demeyi ne çok severdim
Resulullah aleyhisselamın ve arkadaşlarının bu dünyada cenneti yaşadıklarını düşünürdüm o dönemlerde
Saadet asrıydı ya her şey güllük gülistanlık olmalıydı değil mi
O yaşlardayken ben ne bileyim ‘asr-ı saadet’ kelimeleriyle insanlık için en büyük mücadeleyi vermiş bir nebi-resulün hayat mücadelesinin üstünün örtülmeye çalışıldığını
Bunu yapanlar ehli sünnet müdafiiydi biliyor musun
Bense hayat mücadelesinin tam ortasında ne yapacağını şaşırmış bir küçük kız
Kur’an okuyun, diyorlardı
Okuyordum ama anlamadan
Bir gün lisede matematik hocama iki bilinmeyenli denklemlerin hayatta ne işe yaradığını sormuştum
“Boş ver sen onu, ödevini yap” demişti bana
Aynı muamelenin Kur’an’a yapıldığını fark etmiştim
“Boş ver sen anlamını, Kur’an oku, sevap kazan” diyorlardı çünkü
İşte o matematik hocası ne kadar hocaysa onlar da ancak o kadar hocaydı
Bu yüzden bu yangın kolay sönmez
Hala tek derdi mevzisini korumak olan, yüzlerce yıl öncesinde donup kalmış hocalarla hızla değişen bu çağın sorunlarına çözüm üretilmez
En büyük amacı cebini doldurmak olan kelli felli adamlar dava adamı olamazlar
Kaplan vaizlerin din-ümmet-medeniyet güzellemeleri bitmez
Onlar istedikleri kadar kendilerini fırka-ı naciye ilan etsinler
En iyisi biz önümüze bakalım
Kalplere dokunarak, merhamet ve sabırla yangına su taşıyalım
Belki yangını söndüremeyiz ama en azından çabalamış oluruz
Özlem Ata