Faizsiz Ekonomiye Geçişte Medine Örneği

Allah, insanları ve tabiatı yarattıktan sonra insanların yapısında geçerli kanun ve kuralları kendi dini olarak nebi ve resulleri aracılığı ile bizlere ulaştırmıştır. Rum 30/30 ”Yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın insanları yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Doğru din budur ama çoğu insan bunu bilmez.”Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve onu oluşturan yaratılış, değişim ve gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. Dinin böyle olduğu Kur’an-ı Kerim’in açık hükmü olmasına rağmen bugün herhangi bir kitapta İslam dininin bu şekildeki tanımına rastlamak mümkün değil. Bu din fıtrat olduğu için insanın vücudunda, tabiatta geçerli kanun ve kuralların sosyal hayatla ilgili olan kısmıdır. Dikkat edilirse tabiatta ve insan vücudunda müthiş bir denge vardır. Bu dengeyi bozucu davranışlar insanın vücudunu ciddi bir şekilde rahatsız eder.

İnsanoğlu diğer canlılardan farklı bir şekilde yaratılmıştır. Örneğin bir koyunu suyu ve otu olan bir yere bağlanırsa bütün ömrünü orada geçirebilir. Yeterli ot ve su oldukça ona yeter ve mutlu olur. Ama insan için bu durum mümkün değil. Alak Suresi’nde 96/2 ”O, insanları birbirine bağımlı olarak yaratmıştır.” buyruluyor. Yani herkes birbirine muhtaç haldedir. Bir insanın akşam yattığın yatak, içinde kaldığı odanın, giydiği elbiselerin ya da sabah kalktığı zaman sofradaki yiyeceklerin nerelerden geldiğine bakarsak sayısız insanın ürünü olarak geldiğini anlayabiliriz. Dolayısı ile insanlar birbirlerine muhtaç bir halde yaratılmışlardır.

Allah, Adem’i (as) yarattığı zaman meleklere Bakara 2/30 ”Yeryüzünde bir muhalif varlık yaratıyorum.”diyor. Melekler önce şaşırıyorlar ve ”Orada tabii düzeni bozacak ve kan dökecek bir varlık mı yaratıyorsun?” diyorlar ancak daha sonra ”Ama sen yaptığını güzel yaparsın, sana içten boyun eğmemiz bundandır. Senden dolayı onu temiz sayarız.” diyorlar. Allah’ta onlara ”Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” diyor. Allah, Adem’i (sa) yarattıktan sonra Bakara Suresi 2/31 ” her varlığın ismini (neye yaradığını)” kalem ile (yazı ile) öğretiyor. Alak 96/4 ”O, kalemle öğretmiştir”. O zaman melekler Allah’ın: Bakara 2/30 “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” sözünü anlıyorlar.

Muhalif yapıda yaratılmış olan insanlar herkesin birbirine muhtaç olmasını kullanarak bir kesimin diğer kesimi sömürmesi, kendisine köleleştirmesi sistemini kuruyorlar. Allah bu dünyayı imtihan için yarattığı için bunu engellememiş ama kurallar koymuş. Koyduğu kurallara uyulursa doğru yaşanacağını uyulmazsa yanlış yaşanacağını belirtmiş. Bu kurallar insanın doğal yapısına o kadar uygun ki insan bu kurallara bakınca bunları kendisini yaratanın kuralları olduğunu anlıyor.

Ekonomi yani mal ve hizmet dolaşımı çok önemlidir. Kur’an-ı Kerim’de hiçbir yerde mal biriktirmekten bahsedilmez tam tersi malın dolaşımından bahsedilir. Buna da infak denir. Arapçada nafak kelimesi tünel anlamına gelir. İnfakta malın o tünelden geçirilmesidir. İnsanın vücudundaki damarları tünel olarak düşünürsek infak vücudumuza giren oksijenin bütün hücrelere dağıtılmasıdır. Kan bu oksijeni hücrelere dağıtır ve orada kullanılmış olanı dışarıya atılmak üzere akciğere getirir. Yediğimiz bütün gıdalarda aynı bu şekilde hücrelerimize dağıtılır. Eğer vücudun bütün hücrelerine bu infak olmazsa vücudumuzun ayakta kalma imkanı kalmaz. O zaman vücudumuzun dengesi bozulur.

Ekonomide mal ve hizmetin akışını para sağlar. O da kan gibidir. Kanın vücutta sürekli dolaşımda olması lazım. Kanın vücudun herhangi bir yerinde akışı engellenirse orada kan birikmesi olur ve  doktorlar bu duruma ödem olarak değerlendirirler ve orada ciddi bir problem olduğunu söylerler. İşte bu faizli ekonomi mal ve hizmet akışını dengesizleştiren, paranın kan gibi serbest dolaşımına engel olan ve insanları köleleştiren bir yapı olduğu için Allah ilk günden itibaren böyle bir şeye asla müsaade etmemiştir. Şura 42/13 ‘de belirtildiği gibi bugün uygulanan şeriat Nuh (as) döneminden beri aynıdır: ”Allah Nuh’a ne emretmişse onu, sizin için bu dinin kuralı yapmıştır.”

Bu kuralları en iyi uygulayan ve uygulaması bir örnek olarak biz kadar ulaşan Muhammed’in (as) Medine örneğinde faizsiz ekonomiyi görmeye çalışacağız.

Mekke’de faiz serbest idi, önce Al-i İmran 3/130 Suresine ”Ey Allah’a güvenenler (müminler)! Değişmez özelliği kat kat katlanıp artma olan faizi yemeyin. Allah’tan çekinin ki umduğunuza kavuşasınız.” göre kat kat faiz yasaklandı sonrada Bakara Suresi’nin ilgili ayetleri ile faiz tamamen yasaklandı diye bahsedilen tedricilik yaklaşımı gerçek dışıdır. Çünkü Nuh (as)’den beri aynı kurallar uygulanıyor.

Mekke’de inen Rum Suresi 30/39’da ”İnsanların malları içinde artsın diye” buyruluyor. Fakire fukaraya faizli borç verilir mi? Faizli borç veren kişi borcu ve faizi geri almayı garanti etmeden  vermez. Demek ki bu ayetleri anlamayanların iddia ettiği gibi Mekke’de faizli borç fakirlere değil geri alınabilecek kişilere veriliyormuş. Bu iddia sahiplerine sormak lazım; hangi zengin malı olmayan birisine faizli borç verir. Faizli borç verildiği zaman borcu veren hiçbir sıkıntıya katlanmaz, borcu alan çalışıp mal ve hizmet üretirken alacaklı sadece artan tarafa bakar. Borcu alan kar etmiş veya zarar etmiş onu ilgilendirmez.

Faiz ekonomik bir faaliyet değil ekonomiyi çökerten bir faaliyettir. Ayetin devamında ”verdiğiniz faizli borç Allah’ın yanında artmaz” diye buyruluyor. Yani faiz Allah’ın yaratılıştan koyduğu sistemde bir artış meydana getirmez. Faiz piyasayı devamlı küçültür, çünkü üreticileri köleleştirir. Ayetin son bölümünde ise ”Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince; mallarını kat kat artıranlar zekât verenlerdir.” deniyor. Yani faiz ekonomideki müteşebbisleri sürekli azaltıp devre dışı bırakırken zekat devre dışı kalanları tekrar ekonomiye kazandırır. Ekonomide esas olan mal ve hizmet üretimidir.

Parada kanda yenilmez içilmez. İnsanın ihtiyacı olan para değildir, kanda değildir. İnsanın ihtiyacı olan mal ve hizmetlerdir. Ama kan olmazsa yediğimiz besinler  veya vücudumuza giren oksijen bütün hücrelerimize ulaşamayacağı için kana ihtiyaç duyarız. Paraya olan ihtiyaçta üretilen mal ve hizmetlerin tüm insanlara ulaşması içindir. Bu dolaşımın önünde hiçbir engel olmamalı. Bu açıdan Resulullah’ın Medine’si inanılmaz güzel bir örnektir.

Rasulullah’ın Medine’sine geçmeden önce Allah’ın fıtrat ile ilgili genel kurallarını anlatan birkaç ayete bakmamız gerekiyor. Ülkemizde geçen hafta yapılan seçimlerin ardından yeni yönetim şekli ile bir dönem başladı. Bu dönemin vatana ve millete hayırlı olmasını ve güzel şeyler vesile olmasını Allah’tan niyaz ediyoruz. Bu yeni dönemde faiz ile ilgili bazı yeni şeylerin yapılacağı ve faizle etkili bir şekilde mücadele edileceği belirtildi. İslam’a ve Allah’a inanan Müslümanlar olarak faizin yok edilmesi, tamamen ortadan kaldırılması için mücadele edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu konuda acaba nasıl olur, yapılabilir mi, faizsiz ekonomi olur mu, kolay mı böyle şeyler, bazı şeyleri söylemek kolay ama yapılması zor gibi yorumlar yapılıyor. Bu işin uluslararası ağları var bunları düşünmüyor musunuz, kolay değil öyle hadi dediğin zaman bazı şeyler olmuyor gibi bazı düşünceler dillendiriliyor. Ama Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman Allah’ın nebilerinin Allah’ın kendilerine emrettiği şeyleri, o toplumda yasak olan şeyleri ortadan kaldırmak üzere ne gerekiyorsa yaptıklarını ve başarılı olduklarını görüyoruz. Yeter ki sadece Allah’a güvenilsin. Allah’a güvendikten sonra Allah’ın emir ve yasaklarını o toplumda yaygınlaştırmak, Allah’ın istediklerini yapmak gayet mümkün. Peki bu konuda ne yapmak lazım? Kur’an bu sorunun cevabını Davut (as) örneğinde bize veriyor.Davut (as) hem Allah’ın bir nebisi hem de bir devlet başkanı olması sebebiyle önemli bir örnek. Allah O’na bazı emirler vermiş ve başarılı olması için nasıl davranması gerektiğini anlatmış.

Sad 38/26

Bak Davut! Bu topraklarda seni halife yaptık (gücü ve yetkiyi sana verdik); insanlar arasında doğru karar ver. Sakın duygusal davranma; duygusallık seni Allah’ın yolundan saptırır. Allah’ın yolundan sapanların hakkı; hesap gününü unutmalarına karşılık şiddetli azaptır.

Ayet konumuzla alakalı çok dikkat çekici bir ayet. Allah’ın nebisi de olsanız her zaman uyanık olmak zorundasınız. Davut (as) kendisinden önce hükümdar olan Talut’un yerine gelmişti. Kur’an’da birçok ayette nebileri öldürmememiz emredilir ve maalesef bu emir tarihe mal edilir. Sanki bugüne hitap etmeyen ayetlermiş gibi davranılır. Halbuki bugün Müslümanların en birinci sıkıntısı nebiliğin öldürülmesidir. Nebilik öldürüldüğü zamanda Allah’ın elçilerini doğru anlamak ve örnek almak imkansızlaşıyor. Gelenekte nebilere verilen bir ismet sıfatı var, nebinin sözü Allah’ın sözü yerine geçiriliyor. Halbuki nebi başka elçi başkadır. Elçi, Allah’tan doğrudan vahiy almış ve onu insanlara tebliğ etmiş halidir. Elçi olan nebilerin o esnada herhangi bir yanlış yapmaları mümkün değil çünkü tamamı ile Allah’ın kontrolü altındalar. Ama aldığı vahyi insanlara tebliğ ettikten sonra onlarda o emir ve yasaklardan mükellef birer kul olurlar ve diğer insanlardan bir fakları yoktur. Birçok ayette Allah onlarında bir beşer olduğunu söylüyor ve onlara söylettiriyor.

Fussilet 41/6

De ki “Ben de sizin gibi insanım. Bana bildirilen sadece şu: İlahınız tek ilahtır; doğrudan ona yönelin ve günahlarınızı bağışlamasını isteyin. Müşriklerin çekeceği var.”

Buradan da anlıyoruz ki vahiy almak dışında nebilerin diğer insanlardan farkı yok. Onlarda yanılabilirler.

Zümer 39/65

(Ey Muhammed) Sana da senden ön­ceki nebilere de şu kesin olarak bildiril­miştir: “Eğer şirke düşersen yaptığın yanar gider ve sen de kaybeden­lerden olursun.

Demek ki nebilerinde şirke düşme potansiyeli var. O potansiyelleri varken düşmezler ise biz örnek olabilirler. Bize örnek olacak nebilere ve dolayısı ile bize emredilen Allah ne derse ona tabi olmak. Batı kriterlerine doğu kriterlerine değil. Allah’ın nebileri dahil herkesin yarın Allah’a hesap vereceklerini bilip ona göre davranmaları gerekiyor.

Rasulullah’a bakınca Davut (as)’a yapılan aynı uyarıların O’na da yapıldığını görüyoruz.

Maide 5/49

Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; onların arzularına uyma. Dikkatli ol! Allah’ın indirdiği emirlerin herhangi birinden seni şaşırtabilirler. Yüz çevirirlerse bil ki bazı günahları sebebiyle Allah, kesinlikle onların başına bir kötülük gelmesini istiyordur. Zaten insanların çoğu yoldan çıkmıştır.

Kur’an’ın anlattığı Rasulullah ile geleneksel dinin anlattığı Rasulullah tamamen farklılar. Kur’an’ın anlattığı ile bir takım uydurmalar yapılamaz.

http://www.suleymaniyevakfi.org/bulten/nasr-suresinin-basina-gelenler. html adresinden NASR SURESİNİN BAŞINA GELENLER makalesini bu bağlamda mutlaka okumanızı öneriyoruz.

Kısaca bahsetmek gerekirse Rasulullah ve ashabının Bedir Savaşı’nda Allah’ın

Muhammed 47/4 ayetindeki

Ayetleri görmezlikten gelenlerle (kafirlerle) savaşta karşılaşınca boyun köklerini vurun. Onları etkisiz hale getirince sıkı güvenlik çemberine alın. Sonra karşılıksız ya da fidye alarak serbest bırakın ki savaşın ağırlığı kalmasın. Allah’ın tercihi farklı olsaydı onların hakkından kendisi gelirdi. Böyle olması, birinizi diğerinizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürülenlerin yaptıklarını karşılıksız bırakmaz.

emirlerine uymadıklarını anlıyoruz.

Ancak Allah Rum 30/2,3,4,5 ayetlerinde Müslümanlara zafer sözü vermişti.

Romalılar yenildiler

(Yenilgi) Çok yakın bir yerde oldu. Onlar, bu yenilginin ardından galip geleceklerdir.

Birkaç yıl içinde olacak. Öncesi de sonrası da Allah’ın yetkisindedir emrindedir. O gün müminler sevineceklerdir.

Bu, Allah’ın yapacağı yardımla olacaktır. O, çalışana yardım eder. O güçlüdür, ikramı boldur.

Bu Allah’ın vaadidir! İnsanların çoğu bilmese de Allah vaadinden caymaz dönmez.

Bu vaadin gereği Müslümanlar azaba uğramaktan kurtulmuşlardı.

Bu durumu Enfal 8/67,68

Savaş alanında düşmanı etkisiz hale getirinceye kadar hiçbir nebinin esir alma hakkı yoktur. Siz, dünya malını (hemen elde edeceğinizi) istiyorsunuz. Allah ise Ahireti (sonrasını) istiyor. Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır.

(Rumların galip geleceği gün sizi sevindireceğini) Allah önceden yazmasaydı, aldığınız esirlerden dolayı başınıza büyük bir felaketin gelmesi kaçınılmazdı.

ayetlerinden anlıyoruz.

Demek ki Bedir Savaşı’nda emirlere uyulmuş olsaydı Mekke o zaman alınacaktı.

Daha sonra Mekke’nin alınma ihtimali ortaya çıkınca Fetih Suresi’nin ilgili ayetleri indi.

Fetih 48/1,2,3

(Mekke’yi) Fethin önündeki engeller, senin için tamamen kalktı.

Allah bunu, önceki ve sonraki günahlarını bağışlamak, sana olan iyiliklerini tamamlamak ve seni doğru bir yola yöneltmek için yaptı.

Bunun bir sebebi de Allah’ın sana, güçlü bir yardımda bulunacak olmasıdır.

Ayetlerden anlayabildiğimiz üzere Hz. Muhammed bir takım günahlar işlemiş ve Allah’ın emirlerini yerine getirmemişti.

Ve nihayet Nasr Suresi ile Hz. Muhammed bu günahlarından dolayı bağışlanma dilemeye çağırıldı.

Nasr 110/1,2,3

Allah’ın yardımıyla Fetih [Mekke’nin fethi] gerçekleşip önün açılır

İnsanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini görürsen

Her şeyi güzel yapmasından dolayı Rabbine yönel ve bağışlanma dile! O, tevbe edeni kabul eder.

Hani ashap yanlışta ittifak etmezdi? Ayetlere doğru meal verilince geleneksel sistemin çöktüğünü görüyoruz.

İşte böyle bir nebi ancak bizlere örnek olabilir.

Bugün bizdeki geleneksel uygulamalara baktığımız zaman Hıristiyanlıktaki günah çıkarmalardan bir farkı olmadığını görüyoruz. Sonradan uydurulmuş bazı özel gecelerde tövbe edenlerin günahlarından arınacakları söyleniyor. Gerçekten bu şekilde dinimiz tanınmaz bir hale getirilmiş durumda.

Maide 5/49

Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; onların arzularına uyma. Dikkatli ol! Allah’ın indirdiği emirlerin herhangi birinden seni şaşırtabilirler. Yüz çevirirlerse bil ki bazı günahları sebebiyle Allah, kesinlikle onların başına bir kötülük gelmesini istiyordur. Zaten insanların çoğu yoldan çıkmıştır.

Ayette Allah, bize ne indirildi ise onun yapılması, onun dışında insanların yönlendirmelerine bakılmaması gerektiği ve bakılması durumunda Allah’ın indirdiği şeylerden taviz verilmesi gerekebileceği konusunda Rasulullah ve onun şahsında bizi uyarıyor.

Bakara 2/120

Dinlerine uyana kadar Yahudi’si de Hristiyan’ı da senden asla hoşlanmaz. De ki: “Doğru yol Allah’ın gösterdiği yoldur.” Sana bu bilgi geldikten sonra tutar da onların isteklerine göre bir yol izlersen, Allah’ın ne veliliğini (dostluğunu) ne de yardımını görürsün.

Batı kriterleri, batıdan alınan kanunlar, bu kanunların evlilik, vergi ve ekonomi ile ilgili maddeleri sırf onların razı olması için alınmıştır.

Nebimiz sözlerinin yazılmasına o dönemde var olan gizli Yahudi lobisi O’nu ilahlaştırmasınlar diye müsaade etmemiştir. Ebubekir (ra)’da Ömer ( ra)’da aynı sebepten buna müsaade etmemiştir. Bu gizli Yahudi lobisini Kur’an bize birçok ayetinde anlatıyor. Ama bu ayetler bugün Müslümanların gözlerinde yok. Bu lobi o kadar iyi çalışmış ki bu ayetleri tefsirlerde bile gizlemeyi başarmışlar. Meallerde de şartlandırılmış zihinler bunları göremiyor.

Ama Medine’de Rasulullah’ın yetiştirdiği insanlar dağılınca bu lobi fırsat bulmuş ve istediklerini yapmışlar. Bugün anlatıldığı şekli ile sünnet kavramı yoktur. Bu hale çok sonradan getirilmiştir. Sünnet kavramı Kur’an’da var ama bu anlamda değil.

Allah, Rasulullah’a indirdiğim ile emret dedi ve Resulullah’da gerekli önlemleri aldı. Ancak bugün geldiğimiz nokta İslam dünyasının durumu ortada.

Bizim başarmamız gereken imtihan Allah’ın imtihanı. Bunun dışındakiler bizi ilgilendirmez. Bunlar Müslüman olduğunu iddia eden ve İslam diye bir derdi olmayanlar içindir.

Şura 42/15

Bütün bunlardan dolayı sen çağrını yap ve emredildiği gibi doğru ol, onların arzularına da uyma. De ki “Allah’ın indirdiği her kitaba inanırım. Ben aranızda adil davranma emri aldım. Allah bizim Sahibimizdir; sizin de Sahibinizdir. Bizim yaptığımız bizim, sizin yaptığınız sizindir. Bizimle sizin aranızda belgeye de ihtiyaç yoktur. Bizi bir araya getirecek olan Allah’tır. Dönüş O’nadır.”

Allah nasıl ki bütün insanlara adil davranıyorsa Rasulullah ve O’nun örnekliğinde bizimde adil olmamız emrediliyor. Kimin hangi dine mensup olduğunun sorumlusu biz değiliz.

Peki böyle hak değil de arzular ve hevalar yeryüzüne hakim olursa ne olur?

Müminun 23/71

Eğer doğru onların arzularına göre şekillenseydi göklerin, yerin ve onlarda olan kimselerin düzeni bozulurdu. Onlara içlerindeki zikri, doğru bilgiyi getirdik. Onlar kendi doğrularından kaçınıyorlar.

Bugün işte durum tamda böyle çünkü işler Allah’ın istediği gibi gitmiyor. Bunun sebebi nedir?

Rum 30/41

İnsanların, kendi elleriyle yaptıkları şeyler yüzünden karada ve denizde bozulmalar olur. Bu, ettiklerinin bir kısmını bulsunlar diyedir; bakarsın vazgeçerler.

Allah’ın emirlerini yerine getirmenin zor olması veya olmaması hiç önemli değil. Biz emirleri yerine gelmesi için mücadele etmek ile emrolunduk yoksa olumsuzlukları yok etmekle değil. Allah’ın rasulleri şirk,faiz,zina ve hırsızlıkla mücadele ettiler ama bunlar yeryüzünden kalkmadı.Ama her dönem kazanan hep bu mücadeleyi verenler oldu.Dolayısı ile  Müslümanlar olarak biz bugün bu mücadeleyi vermekle mükellefiz.

Başarı Allah’tan. Allah yardımcımız olsun.

Medine’yi bir insan vücudu gibi düşünelim. Oradaki mal ve hizmet akışına herkesin ihtiyacı vardı. Tıpkı hücrelerin oksijene ve gıda maddesine ihtiyacı olduğu gibi. Mal ve hizmet dolaşımının önünde herhangi bir engel olduğu zaman mutlaka ciddi birtakım rahatsızlıklar ortaya çıkar. Bu dolaşıma müdahale edilmemesi lazım. Rasulullah Medine Pazarı’nı kurarken tarafların inançlarına bakmadan aralarında adil davrandı.

Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu durum gerçekten ibretlik. Bu nesil İslam Tarihi bakımından önemli bir merhaleye şahitlik ediyor. Gerçekten çok farklı ibretlik olaylar var. Bunlardan biriside son bir yıl içerisinde döviz kurlarında ve diğer bazı malların fiyatlarındaki anormal hareketler. Örneğin seçimden 10 gün önce soğan ve patates milletin en büyük problemi haline gelmişti. Ama seçimlerin ardından bu problem ortadan kalktı ve unutuldu. Bu tip olaylar tarihin her döneminde ve her coğrafyada olan olaylar. İnsanların ve yaşadıkları toplumların kendince bir fıtratları var. İnsanların en önemli fıtratlarından birisi diğerlerinin malını, mülkünü, siyasi ve dini özgürlüklerini sömürmek. Bu açıdan Kur’an-ı Kerim emirlerine ve Resulullah’ın uygulamalarına bugünkü olaylara ders çıkarmak için bakmamız gerekiyor.

Öncelikle Kur’an Müslümanlara ekonomiye önem vermelerini emrediyor. Ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi ve dini bağımsızlığın olamayacağını çok sayıda ayette doğrudan ve dolaylı yoldan bize ifade ediyor.

Nisa 4/5

Allah’ın sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı, akılsızlara vermeyin, kendilerini bunların geliriyle rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.

Allah, ekonomik değerleri insanlara dik durabilme ve onurlu yaşayabilme vesilesi kılmıştır. Bu varlıkları basiretli (ileriyi görme) bir şekilde değerlendirme yetisi olmayan insanlara teslim etmemiz gerekiyor. Günümüzde ekonomik varlıkları basiretli bir şekilde değerlendirmenin önündeki en büyük engel kapitalist ekonomik sistemdir. Bu sistem sefih olmanın yanında aynı zamanda zalim bir sistemdir. Ekonomik varlıklarımızı sefihlere (ekonomik varlıkları nereye harcadığını bilmeyecek kadar aptal olan), düşmanlara ve hainlere asla teslim etmemeliyiz. Kapitalist sistem insanları köleleştirmeyi hedef almış bir sistemdir.

Bakara 2/275

Faiz yiyenler, şeytanın aklını çeldiği kimsenin tavrından farklı tavır göstermezler. Bu (şeytanca tavır) onların “Alım-satım, tıpkı faizli işlem gibidir.” demeleridir. Allah, alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Kime Sahibinden (Rabbinden) bir öğüt ulaşır da faiz almayı bırakırsa, önceden aldıkları kendine kalır. Onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, onlar cehennem ahalisidir, orada ölümsüz olarak kalacaklardır.

Faizcilik yapanlar dik duramazlar yani bu kişiler istikrarlı bir ekonomik yapıya sahip olamazlar. Bu insanlar şeytanın aklını çeldiği insanlar gibi hareket ederler ve yalpalarlar. Faizin zararlarını bildikleri halde çeşitli bahaneler üretirler.

Nahl 16/112

Allah, rızkı her yerden bol miktarda gelen, güven ve tatmin içindeki bir kenti örnek verir. Derken orası, Allah’ın nimetlerine nankörlük etmeye başlar. Allah da işlerini bozmalarına karşılık onları, açlık ve korku içine sokar.

Ekonomik anlamda dimdik durabilmek öyle durup dururken olmaz. Allah bize bu ayette bir kenti örnek veriyor. Bu kentte yaşayanlar ya da arada sırada gelip geçen herkes güven içinde. Bu kentte yapılan tüm ekonomik faaliyetler gönül rızası ile yapılıyor. Böyle bir kente her yerden bol bol rızık akacağını anlıyoruz.

Günümüzde şirketler ve/veya finans kurumları aralarındaki ihtilaflar için batı ülkelerinin mahkemelerinde çözüm arıyorlar. Oysa tarafların kendilerini güvende olmalarını temin etmek ve böyle bir hukuk sistemini kurmak bizim görevimiz.

  1. yüzyıla kadar Osmanlı’da hukuk güvenliği diye bir problem yoktu. Tüm vatandaşlar kendi hak ve sorumluluklarını biliyorlardı. 19.yüzyıldan sonra batı hukuk sistemi düzene girmeye başladı. Gelen kanunları ve değişiklikleri takip edebilmek imkansız hale geldi. Bunları takip edebilmek ve anlayabilmek için bugün Resmi Gazete diye bir kavram var. TBMM adeta bir kanun fabrikası halinde. Vatandaşlar her gün başka kanunlar ile karşılaşıyor. Bu yüzden artık avukatlar belli konularda uzmanlaşmak zorunda kalıyorlar. Buna rağmen kendi branşlarındaki kanunları bile takip edemiyorlar.
  2. yüzyıl öncesi Osmanlı hukuk düzenini örnek alarak kendimizi tekrar düzeltmek zorundayız. Çok şükür bugünlerde bu yolda bazı adımlar atılıyor. Hukuk güvenliğimize tekrar dönmek zorundayız. İstanbul mahkemelerinde o dönem görülen dava sayısı 8-10 taneyi geçmiyordu. Bugün ise hakimlerimizin önü dosyalar ile dolu.

Nahl Suresi 112. Ayete geri dönersek Allah, bize bir yerleşim bölgesinde olması gereken iki temel özelliği örnek veriyor; birisi güvenlik diğeri tatmin. Güvenliğin ve tatminin tam olduğu bu bölgede ekonomik refahın hakim olacağını anlıyoruz. Ancak o bölge halkı bu güvenlik ve tatmin ortamını bozarsa onların bu yaptıklarından dolayı o bölgenin korku ve açlık ile karşı karşıya kalacağını anlıyoruz.

Bizde bu ayetten yola çıkarak evimizde, işimizde ve ülkemizde iki temel özelliği kriter olarak almamız lazım: güvenliğin ve tatminin sağlanması. Ayetlerin ilk muhatabı olan Resulullah’da bu kuralları uyguluyordu.

Ekonomik sistemimizi suni, fiktif, hayali, katma değer üretici nitelikte olmayan,hileye dayalı işlemler üzerine değil gerçek anlamda reel ekonomiye dayalı ticari düzen üzerine dayalı olmalı.

Nisa 4/29

Müminler, mallarınızı aranızda uydurma (batıl) yolla değil, karşılıklı rızaya dayalı ticaretle yiyin de kendinizi öldürmeyin; Allah size karşı çok merhametlidir.

Batıl yollar içi boş yöntemlerdir. Bu yollar katma değerli mallar üretmeyen yollardır. Bunların başında faiz, kumar, hile, ölçüde-tartıda hile ve rüşvet gelir. Ekonomik sistem karşılıklı rızaya dayalı ticaret üzerine kurulu olmalı. Mal ve hizmet gerçek anlamda insanlar arasında olmalı.Böyle düzenlenmediği takdirde ortaya anarşi çıkar.

Resulullah, Mekke’de doğdu ve büyüdü. Ataları tüccardı. Mekke ağırlıklı olarak üretimin, bağın, bahçenin olmadığı kayalık, dağlık, çorak ve kurak bir bölge. Dolayısı ile burada yaşayan insanlar ticaret ile ekonomilerini ayakta tutuyorlardı. Arap Yarımadası’nda özellikle liman bölgelerinde ve bu bölgelere ulaşımın kolay olduğu bölgelerde yılın belirli dönemlerinde ulusal ve uluslararası pazarlar, panayırlar kuruluyordu. Bu pazarlara Çin’den, Hindistan’dan, İran’dan, Orta Asya’dan, Bizans’tan ve Afrika’dan deniz (gemiler) ve kara (kervanlar) yolları ile mallar getiriliyordu. Bu bölgelerin insanları o malları Arap Yarımadası içerisinde dolaştırıyorlardı. Ya da Arap Yarımadası’nda üretilen hayvansal ve tarımsal ürünleri bu pazarlardan dışarıya aktarıyorlardı. Dolayısı ile o dönemde toplum tüccardı.

Resulullah’da Medine’ye hicret ederken böyle bir alt yapıya sahipti. Müslümanlar Medine’ye gelince ilk iş mescit inşa ettiler. Ardından bu mescidin etrafında eğitim kurumu inşa ettiler.

Bunların ardından Resulullah, Medine’de kurulan pazarları gezmeye başladı. Medine’de o dönem Arap asıllı Evs ve Hazrec kabileleri vardı. Bu iki kabile arasında İran Bölgesi, Arap Bölgesi ve şehirdeki Yahudilerin kışkırtmaları ile savaş vardı. Bu guruplar hem bu iki kabileyi savaştırıyor hem bunlara faizli kredi veriyorlar hem de silah satıyorlardı. Günümüzde aynı faaliyetlerin devam ettiğini görebiliyoruz.

Resulullah gezdiği pazarların Müslüman pazarı olamayacağını gördü. Bu pazarlara özellikle Yahudiler hakimdi. Her kabile kendi hakim olduğu pazarda tekel gibi hareket ediyor ve burada kuralları kendi menfaatleri çerçevesinde düzenliyordu.

Bunu gören Resulullah Baki’uz-Zübeyr bölgesinde bir çadır kurdu ve Müslümanlara: ” İşte bu sizin pazarınızdır” dedi. Yahudilerin önde gelenlerinden ve bu pazarın idarecilerinden Ka’b b. Eşref gelip içeri girdi ve çadırın iplerini kesti. Bu noktada hatırlamamız gereken Resulullah’ın muhacir (göçmen) olduğu ve Yahudilerin bölgenin hakimi olduğu gerçeği. Ancak bu durumda bile Resulullah teslim olmuyor.

Al-i İmran 3/111

Onların yoldan çıkanları size sıkıntıdan başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşsalar, gerisin geri dönüp kaçarlar. Sonra yardım da görmezler.

Müslüman Allah’a dayanır. Allah’a dayanandan daha güçlü kim olabilir?

Çadırın sökülmesine Müslümanlar çok üzülüyor. Bunun üzerine Resulullah: ”Endişeniz olmasın, gerçekten ben, bu pazarı onu (Ka’b’ı), daha da delirtecek bir yere nakledeceğim” diyor ve bu pazarı, “Medine Pazarı”nın olduğu yere taşıyor ve şu emri veriyor: ” İşte bu sizin pazarınızdır, burada sabit köşeler, yerler edinmeyin (yani sabah erken gelen dilediği yere yerleşsin) ve buradan hiç bir vergi (haraç) de alınmayacaktır”.

Tekelleşmiş diğer pazarlarda gördükleri muameleden bunalan tüccarlar ve alıcılar bu pazara gelmeye başlıyorlar. Bunun üzerine kısa bir süre içerisinde diğer pazarlar iflas ediyor ve Medine Pazarı burası oluyor. Günümüzde de serbest ekonomi çok önemlidir ve olmazsa olmazdır. Görüldüğü gibi o dönemin kapitalist ekonomisini Resulullah kolayca yıkıyor. Bunun için Allah’a dayanmak ve Kur’an’a uymak yeterli.

 

Daha sonra Hazreti Ömer döneminde bazı tüccarlar bu pazarda kendilerine belli yerleri çeviriyorlar. Bunu gören Hazreti Ali bunun olamayacağını, bu pazarın bir mescit gibi olduğunu dolayısı ile herkesin pazara geldiği saate göre yerini alacağını ve akşama kadar burada serbestçe ticaretini ve sonrada gideceğini söyleyerek bu duruma müdahale ediyor.

Ekonomi reel ve doğal seyrine bırakılmalı. Suni bir şekilde birilerine hukuki ayrıcalıklar tanınır ve korunur ise o birileri parazit haline gelir ve pasifleşir.

Ayrıca Resulullah bu pazarda hile, tartı-ölçüde oynamayı kesinlikle yasaklamıştır.”Hilekarlık yapan bizden değildir” diyerek bu tür çalışanları bu pazardan kovmuştur. Kontrolleri zaman zaman bizatihi kendisi yapmıştır.

Ayrıca kimsenin çiftçinin, üreticinin, ithalatçının malını şehir dışında karşılayıp onun mallarını orda alıp sonra getirip pazarda satmasına müsaade etmemiştir. Herkesin kendi malını kendisinin pazara getirip istediği fiyattan satmasını temin etmiştir. Kimsenin başkası adına komisyonculuk yapmasına izin vermemiştir.

Stokçuluğu yasaklamış ve bu kişilerin suni bir şekilde fiyatlarla oynamasına mani olmuştur. Üreticilerin komisyoncular ve stokçular tarafından sömürülmesine mani olmuştur.

Koyduğu bu temel ilkelere uymayanlara gerekli yaptırımları uygulamış ve uygulatmıştır.

Müslümanlar Medine’ye yerleşince Mekkelilerin en büyük endişesi onları ekonomik sıkıntıya sokmaları idi. Yapılan Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarının temelinde bu ekonomik endişeler yatıyordu. Resulullah’da Müslümanların ekonomisine tehdit oluşturanlara karşı önlem almıştı. Örneğin Dumetü’ül Cendel (bugünkü Ürdün bölgesi) Pazarı müşriklerin kontrolü altında idi.Bu pazar Medine Pazarı’nın yolu üzerinde idi ve bu yolu tıkıyorlardı.Bunun üzerine hicri 5. yılda buraya bizzat bir sefer düzenleyen Resulullah bu tutuma bir an önce son verilmesini istedi.Hicri 6. yılda ise bu tutuma son verilmemesi üzerine Halid b. Velid komutasındaki ordu burayı fethetti. Resulullah İslam toplumunun ekonomik güvenliğini çok önemsemiş ve sağlama almak için her türlü tedbiri almıştır.

Mekke ve Medine’de mallar 2500-5000 develik büyük kervanlarla geliyordu. Yine böyle bir kervanın Medine’ye doğru hareket ettiği bir dönemde orda büyük bir kıtlık ortaya çıkmıştı. Mal azlığından kaynaklanan bu kıtlıkta fiyatlar yükselmişti. Bu durumdan rahatsız olanlar Resulullah’a fiyatların çok yükseldiğini ve O’nun buna müdahale etmesi gerektiğini söylediler. Resulullah ise bir tüccara 10 liraya satacağı mal için müdahale edip 7 liraya satmasını söylemenin ona haksızlık olacağını ve kendisinin Allah’ın huzuruna böyle bir haksızlık ile çıkmak istemediğini söyledi.

Tekelleşme ve stokçuluğa dolayısı ile fiyatlarla suni bir şekilde oynamaya mani olmak için bütün tedbirler alındıktan sonra fiyatlara müdahale etmenin haksızlık olacağını söyleyen Resulullah sözlerini şu hadis ile noktalamış: ”Fiyatları belirleyen Allah’tır.”

Aynı dönemde kurulan pazarlarda finans işlemleri de yapılıyordu. Geçerli para altın e gümüş idi (dinar-dirhem). Bu İran ve Bizans paraları Müslüman pazarlarda rahatlıkla dolaşıyordu. Ama bunların yanında buğday, arpa, hurma gibi ürünlerinde mübadele aracı olarak kullanıldığını hadislerden anlıyoruz. Böylece İran ve Bizans paralarına mecburiyet yoktu.

Bu pazarlar Resulullah’ın vefatından sonra uzun bir süre devam etti. Hatta Basra, Bağdat gibi önemli yerleşim merkezlerinde örnekler arttı. Ancak tarihi süreç içinde temel prensiplere uyulmamaya  başlanınca sıkıntılar ortaya çıkmaya başlıyor.

Sıkıntılar Abbasi döneminde artınca dönemin halifesi Yahudi iki sarraftan Ahvaz bölgesinin yıl sonunda toplanacak vergisi karşılığında faiz ile borç istemesi ile yaklaşık 950’li yıllarda İslam Tarihi’nin ilk faizli bankacılık faaliyetini görüyoruz.

Öyle ki mezheplerin Kur’an’ın açık ayetlerine rağmen faizli saymadıkları bazı işlemler ile bugün en rahat çalışacak faizli bankaları kurmak mümkün.

Benzer uygulamaları Osmanlı döneminde Düyun-u Umumiye kurumu ile görmek mümkün. Dünya finans piyasasına hakim olan güçler bu kurumu Osmanlı’nın içinde ama ondan bağımsız bir şekilde kurdular. Görüntüde bu kurum toplanan vergiler ile maaşları ödedikten sonra kalan parayı kendi verdikleri faizli borçları tahsil ediyordu. Ancak gizli amaç ise İmparatorluğun tüm parasal faaliyetlerine hakim olmaktı. Bu çevreler benzer uygulamaları dünyanın çeşitli ülkelerinde yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar.

Sayın Berat Albayrak, T.C. Hazine ve Maliye Bakanı olarak atandığı zaman finans çevrelerinin ortaya koyduğu tepkiler bu planın günümüze yansımasıdır. Süreç içinde devlet kurumlarında sahip oldukları hakimiyetin sonlandırılacağından duydukları endişeyi üstü kapalı bir şekilde bayan ediyorlar. Bu tür hakimiyetleri yargıda, askeriyede ve diğer devlet kurumlarında kaybettikçe sesleri yükselerek artıyor.

Merkez Bankası bağımsız olmalı tezi bu yapının bir tezahürüdür. Kanınlar, kurallar, yönetmelikler ve söylemler ile Merkez Bankası’nın (sözde) bağımsızlığını korumaya çalışıyorlar. Amaç hakimiyetlerini kaybetmemek.

Merkez Bankası para politikası araçları ile enflasyonu kontrol altında tutmakla görevli bir kurum. Bu hedefler ve politikalar devletlerin kendi iç meseleleridir.

Bu dayatmalara aynı Resulullah’ın Medine Pazarı’nı kurarken gösterdiği direnç ile yaklaşmalıyız. Bu mücadelenin kolay olmayacağı bir gerçek.

Resulullah bir göçmen olarak geldiği Medine’de Kur’an’da Allah’ın emirlerine uyarak 5. yılda egemen oldu.10. yılda ise bölgenin hakimi olmuştu. Vefatında İslam’ın hakim olduğu coğrafya Türkiye’nin 4 katına ulaşmıştı. Bu hakimiyet gönüllerin fethedilmesi ile sağlandı. Resulluh’ın uyguladığı Kur’an ilkelerine uyan Ashab İslam’ın hakim olduğu coğrafyayı büyük bir hızla genişletti.

Günümüz iletişim imkanlarından faydalanarak bütün insanlığa ulaşmalı ve gerçekleri anlatmalıyız. Bu yolla Allah’ın dinini tebliğ etme görevimizi yapabiliriz.

Sadece ekonomi alanında değil her alanda Resulullah’ı örnek almalı ve bu örnekliği her yere göstermeliyiz.

Resulullah’ın Medine’sine geri dönmeliyiz.

İnşallah hep beraber böyle yapar ve başarılı oluruz.

Allah yardımcımız olsun.

Allah, hayırda yarışanları elbette başarıya ulaştıracaktır.

Ömer Mahmut Kuzanlı

(Bu yazı 14.07.2018 tarihinde Fıtrat TV’de yayınlanan Hikmet Çalışmaları programından makale haline getirilmiştir. Programa katılanlar: Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, Prof. Dr.Servet Bayındır ve Dr. Yahya Şenol)