FAKİRLİK SUÇ DEĞİLDİR

Zamane insanları servet yarışında sınır tanımadıkları için bazı çevrelerde fakirlik suç gibi kabul edilmektedir. Dilenen yabancılara yardım etme ihtiyacı duymayanlar aynı zamanda küçümsemektedirler.

İslâm’ın ilk yıllarında, hidayete erenlerin çoğu fakirlerden oluşuyordu. Onlar, Resulullah’a bir şey söyleyecekleri zaman “Anam babam sana feda olsun” der sonra söze başlarlardı. Malları yoktu ama bu uğurda canlarını feda etmeye hazırdılar.

Bir gün Resulullah (s.a.v.) ashabı ile otururken, müşrikler onunla görüşme talebinde bulundular. Ama şartları vardı. Fa­kirlerin huzurdan çıkarılmasını istiyorlardı. Resulullah (s.a.v.) müşriklerin dönüp gitmemeleri için onları ikna etme düşüncesiyle, yanındaki sahabe­nin huzurdan birazcık ayrılmalarına müsaade buyurdular. Bunun üzerine aşağıdaki ayet-i kerime nazil oldu. Emir şöyle idi.

“Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları kovma! Onların hesabından sa­na bir sorumluluk; senin hesabından da on­la­ra herhangi bir sorumluluk yoktur. Onları ko­vup ta zalimlerden olma” buyruldu. (Enam Sûresi, 6/52)

Cenab-ı Hak, müşriklerin isteklerinden dolayı fakirlerin huzurdan çıka­rıl­ma­sına müsaade etmedi. Böylece müşriklerin gu­ruru kırıldı ve şahsiyetleri rencide edilmiş oldu.

Müşrikler için fakirlik, salgın hastalık gibiydi. Onlarla beraber olmaz ve sofraya da oturmazlardı. Sadece emir vermek mak­sa­dıyla konuşur, kölelikten başka bir hayatı da layık görmezlerdi. Müşriklere göre ateşin madeni erittiği gibi fakirlik de insanlık sıfatını eritiyordu. En çok korkulan insanlar, fakir­ler­di. Çünkü tehlike anında kaybedecek bir şey­leri yoktu.

Dünyalığa önem verenler için fakirlik, çirkin koku gibiydi. Her şeyin servete göre değerlendiril­diği cahiliye döneminde vakarlı fakir olarak yaşamak, kor halindeki ateşi elde tutmak kadar zordu. Ama yukarıdaki ayetle fakirlerin dokunulmazlığı ilan edildi. Yani imanından taviz vermeden, vakarını koruyarak yaşayan insanlar için fakirlik, ruhun güzelliği sayıldı. Çünkü Allah (c.c.)’ın dolu ellere değil, temiz ellere nazar ettiği biliniyordu.

Aslında dünyanın en fakir insanları, paradan başka bir şey tanımayan zavallılardır.

Yukarıdaki ayette Allah (c.c.) tarafından, fa­kirlere verilen değer açıkça belirtilmiştir. O’nun nazarında, faydasız zenginliğin hiçbir kıymeti yoktur. Bilakis zararı vardır. Çünkü zekâtı veril­meyen servet, mahşeri hayatta insan için bir yılan veya bir ateş to­pu haline gelecektir. Resulullah (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde:

“Her ümmet için bir fitne vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır.” Buyurmuştur.  (Tirmizî, Zühd 26, (2337)

Bu hadis-i şerif ile Resulullah (s.a.v.) özellikle mal konusuna dikkat çekmektedir. Yani bu ümmeti hak yoldan ayırıp, İslâm’dan uzaklaştıracak olan en çirkin düşmanlardan biride maldır. Bundan dolayı Kâfirler, Müslümanları Allah yolundan alıkoymak için, gerektiğinde servetlerini feda ediyorlardı.

İslâm temelde servete ve kuvvete karşı değildir. Bilakis, birçok Hadis-i şerifler, Müslümanı mal kazanmaya teşvik etmektedir. Çünkü farz olan cihat vazifesinin başarıyla yürütülmesi için, zekât müessesesinin çalışmasına ve cömert Müslümanlara ihtiyaç vardır. Onun için Efendimiz (s.a.v.) “Veren el alan elden üstündür” hadis-i şerifi ile Müslümanı mal kazanıp kuvvetli olmaya teşvik etmiştir.

Serveti kötüleyen ifadelerin gayesi, malı ile gaflete düşecek Müslümanların uyarılmasıdır.

Resulullah (s.a.v.) tavanı hurma dallarıyla örtülmüş toprak bir odada uyurdu. Hurma liflerinden yapılmış yastığa yaslanır vücuduna liflerin izi çıkardı. Otuz ölçek arpa alabilmek için bir Yahudiye zırhını rehin koyduğu da olmuştur. Açlıktan yürüyemez hale geldiği zaman, dik du­rabilmek için karnına taş bağlamış, ama öyle zamanlarda bile servete boyun eğmemiştir.

Bazı zamanlarda Efendimiz (s.a.v.)’in evinde hiç yemek pişmediğine dair, Hz. Âişe validemizin beyanı da şöyledir.

 “Bazı aylar olurdu ki, hiç ateş yakmazdık. Yiyip içtiğimiz sadece hurma ve su olurdu. Ancak bize bir parçacık et getirilirse o hariç” buyurmuştur. (Tirmizi Zühd 38)

Efendimiz (s.a.v.) dualarında:

“Allah’ım beni fakir olarak yaşat. Fakir ola­rak ruhumu kabzet, ahirette de fakirler zümre­sinde haşret” buyurmuşlardır. (Kütüb-i Sitte, Trc.17/568)

Mahşer günü Allah Resulü’nün en yakınında yine fakirler olacaktır.

Fakirliğin derecelerini anlatırken, zenginliği lanetlediğimiz zannedilmesin. Her ikisinin de Allah (c.c.) ve Resûlü nezdinde değer ve kıymeti vardır. Kişi helâlinden kazanıp, zekât veren bir müslüman olmak için gayret göstermelidir. Çünkü

“Veren el alan elden üstündür.”  “Müttakî olan mümine zenginliğin bir zararı yoktur.” (Kütüb-i sitte Trc. 3/169)

Mealindeki hadis-i şerifler, her mümini helalinden zengin olmaya teşvik etmektedir. Çünkü din düşmanlarıyla mücadele etmek için, maddi güce ihtiyaç vardır. Ancak kişi malıyla gururlanıp fakirleri de hakir görmemelidir.

Emekli Müftü Ali Kara’nın kaleme aldığı bu yazı, Fıtrat Haber sitesinde 21.3.2018 tarihinde yayımlanmıştır.