DÜŞMANLIĞI KÖRÜKLEYEN KAN DAVALARI

Kan davası yüzyılların toplumsal hastalığıdır. Bunun anlamı, insanların adaleti kendi elleriyle gerçekleştirme arzusu ve intikam alarak onur kurtarma anlayışına dayanan, zincirleme olarak cinayet işlenmesidir.

Bu adet, İslam’dan önce yaşayan cahil Arap topluluklarının âdetidir. Onlar, çevrenin psikolojik baskısı ile suçlunun cezasını bizzat vermek ister, yaptıkları vahşetle de intikam duygularını tatmin ederlerdi. Böylece kuvvetliler zayıfları ezer yahutta köleleştirirdi.

İslâm dini cahiliyye âdeti olan kan davasını ortadan kaldırmış, insan haklarının dokunulmaz bir özgürlüğe sahip olduğunu ilan etmiştir. Bundan dolayı bir mümin başka bir insanın haksız olarak hakkına tecavüz edemediği gibi özgürlüğünü de kısıtlayamaz. Bu durumu açıklayan ayet-i kerime şöyledir.

“Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab ve lanet etmiş, onun için büyük bir azab hazırlamıştır.” Nisa Suresi 4/93

Haksız yere bir insanı öldürmek, Allah’ın insanların arasına yerleştirdiği kardeşlik bağlarını da yok etmek demektir. Bundan dolayı katilin tövbesinin kabul olmayacağını söyleyenler olduğu gibi kabul olacağını söyleyenler de olmuştur. Ancak şirkin dışındaki bütün günahların af kapsamında olduğu, ayetle tespit edilmiştir. Çünkü İslam’da ümitsizlik yoktur. Nisa Suresi 4/ 116

Haksız yere öldürülen kimsenin varisleri, katili affetmediği takdirde, kısas yapılması gerekmektedir.

Kısas: Suç işleyen bir kişinin aynısı ile cezalandırılması demektir.

İslam’ı bilmeyenler, görünüş itibariyle kısasın çok acı bir infaz olduğunu zannetmektedirler. Ancak kısas yapıldığı takdirde, suçlular hak ettikleri cezayı almış olacakları için toplumda beklenen adalet mefhumu hayata geçirilmiş, bu sayede zulme uğrayan tarafın da intikam alma duygusu söndürülmüş olacaktır. Bunun neticesi olarak ta cinayetin devamına sebep olacak kin ve nefret duyguları sona ermiş olmaktadır. Onun için ayet-i kerimede:

“Ey temiz akıl sahipleri! Kısasta sizin için bir hayat vardır. Ümit edilir ki, (bu sayede katillikten) korunursunuz.” buyurulmuştur. Bakara Suresi 2/179

Bir insanı kasten ve taammüden (bilerek ve tasarlayarak) öldürmenin cezası kısas, hatâen öldürmenin cezası da diyettir. Ancak bu cezanın uygulanması, ağır şartlara bağlanmıştır. Bunlar kısaca şöyledir.

Öldürme suçunun mükellef bir kişi tarafından, kendi iradesiyle, masum bir insanın, gayrı meşru bir sebebe dayandırılarak, doğrudan öldürülmüş olması lazımdır. Katilin, anne veya baba olmaması gerekir. Yani çocuğunu öldüren ebeveynin kısas edilmesi için, mezheplere göre değişik şartları vardır. Bu şartların da mahkeme kararı ile tespit edilmesi gerekir.

Kısas uygulama yetkisi Müslüman yöneticiye aittir. Bu yetki ya devlet başkanı tarafından yahutta onun bu iş için tayin ettiği yetkili kimse tarafından icra edilir. Bir insanın kendi kararıyla kısas uygulamaya kalkışması, haksızlığa, adaletsizliğe ve anarşiye yol açacağı için, İslam dini böyle bir teşebbüse asla izin vermemiştir. Çünkü İslâm’ın kısas hükmü, bir kişiyi idam etmek için değil, silsile yoluyla devam edecek kan davası veya töre cinayetlerini engellemek ve bu uğurda ölecek birçok insanın canını kurtarmak ve onlara hayat vermek içindir. “Kısasta hayat var” denilmesinin sebebi de Allah’u âlem budur.

Öldürmek, yeryüzünü fesada uğratmak ve insan neslini yok etmek olduğu için İslam’da haram kılınmıştır.

Katile uygulanacak cezayı seçme hakkı da öldürülenin yakınlarına aittir. Kısas isteyebilecekleri gibi diyet alma ve karşılıksız olarak affetme yetkisine de sahiptirler. Yani katili devlet affedemez. Onu affetme yetkisi, bizzat acıyı çekenlere aittir. Böyle olduğu takdirde hem insan hakları korunmuş hem de töre cinayetleri cemiyetten silinmiş olacaktır.

İslami anlamda adaletin uygulanması, tarafların haksızlığa uğrama düşüncesini ortadan kaldırmaktadır. Çünkü karşılığı verilmeyen suçlar, mağdur olan tarafı suç işleme makinesi haline getirmektedir.

Katili affetme seçeneği, toplumsal barışın güçlenmesi içindir. Zira böyle bir davranış, üstün bir erdemin ifadesidir. Çünkü suçsuz olarak öldürülen kişi Cenab-ı Hak tarafından desteklenecek, katilde cezasını çekecektir.

İslâm dini getirdiği emir ve yasakları, inanç, hukuk, adalet, ahlak ve toplumsal kurallar üzerine kurmaktadır. “Ümit edilir ki korunursunuz” cümlesinin altında, belki de bu anlam vardır. Allah’u âlem.

Katili Affetme konusuna gelince: Affetme ve bağışlama yetkisi Yüce Rabbimizin sıfatı, sevgili peygamberimizin de güzel ahlâkındandır.

O düşmanlarını, güçsüz oldukları zaman bağışlamış, bundan dolayı pek çok insan iman etmiştir. O, kötülüğe kötülükle karşılık vermemiş, intikam almayı da asla düşünmemiştir.

Mesela:

Kendisini Mekke’den çıkaran, Uhud ve Hendek savaşlarında da müşriklerin başında bulunan Ebu Süfyan’ı affetmiş, Mekkenin fetih günü “Onun evine giren güvendedir.” Buyurmak suretiyle de iltifat etmiştir. Çünkü Âyet-i Kerimede:

“Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, cahillerden de yüz çevir” buyurulmaktadır. Araf Sûresi, 7/ 199

Yani Muamelede yumuşak ol. Nazik davran. Sertlik ve kabalık taraftarı olma. İyiliği emret, kötülüğü tenkit et. Sana kabalık edenlerden de yüz çevir denilmektedir.

Kan davası insan ahlâkını yıkmakla beraber, toplumsal kişiliği de yok edip, şahısların fiziksel ve ruhsal özelliklerini harap etmektedir. Bundan dolayı, af yolunu tercih edenler, düşmanlığın sevgi ve dostluğa dönüşmesine zemin hazırlamış olmaktadırlar. Çünkü affetmek yüksek karaktere sahip, fazilet ehli insanların yapacağı bir iştir.

Kan davasının kökünde, hukuka riayet etmemek, dinin emirlerine uymamak ve mahşerdeki hayatı hiçe saymak vardır. Onun için, suçlu bir kişiyi affetmek, çok zor bir davranıştır. Ama bunu gerçekleştiren kişi tüm olumsuzlukları ortadan kaldırıp, kişinin hem fiziki, hem de ruhi olarak rahatlamasına sebep olmaktadır. Bundan dolayı Efendimiz, tarihe ışık tutan veda hutbesinde: Câhiliyye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmüttalib’in torunu (amcalarımdan Haris’in oğlu) Rabîanın kan davasıdır.” Diyerek cahiliye âdetine son vermiş, oradaki müminlerden de söz almış,  üç defa Şâhid ol Yâ Rab! Diyerek, Yüce Allah (c.c.)’ı da şahit tutmuştur.(Veda hutbesi)  

Bir taraftan İslâm’ı kabul ettiğini iddia edip, diğer taraftan da cahiliyye âdeti olan kan davasını devam ettiren kimse, açık bir çelişki içerisini düşmüş olmaktadır. Bu durum, mümine yakışmayan bir davranıştır.

Bu yazımızda kan davalarını kısaca incelediğimiz için diyet gurre ve kefaret konularına değinmedik. Bu konuları da öğrenmek isteyenlerin, fıkıh kitaplarına müracaat etmelerini tavsiye ederiz.

Emekli Müftü Ali Kara’nın kaleme aldığı bu yazı, Fıtrat Haber sitesinde yayımlanmıştır.