Varlık Felsefesi Açısından Varlık Sorunu-1

Felsefe, bilimden faklı olarak varlığın ne olduğu sorusu üzerinde durur. Varlıkla ilgili eleştirel ve şüpheci bir tavır takınır.

Felsefe, varlığı akıl yoluyla açıklamaya çalışır. Felsefenin varlığa bakış açısı bütüncüldür. Varlık sorununu soran ve varlığı açıklamak isteyen felsefeye (Ontoloji) Varlık Felsefesi denir.[1] Varlık Felsefesi ilk olarak Milet kentinde, Thales’in varlığın ilk maddesi (arkhe) nedir? Sorusuyla ortaya çıkmıştır.

Varlık felsefesinin temel kavramları:

– Arkhe: Bütün varlıkların ondan çıktığı düşünülen ilk madde (töz, cevher)

– Metafizik: Duyusal olarak algılanamayan, kanıtlanamayan varlıkları (Tanrı, ruh, öteki dünya…) inceleyen felsefe dalıdır.

– Madde: İnsan bilincinden bağımsız olarak var olan, duyularla algılanan varlık.

– İdea: Değişmeden kalan, öncesiz ve sonrasız olan, var olmak için başka bir varlığa ihtiyaç duymayan, mükemmel varlık.

Varlık felsefesinin temel soruları:

Varlık var mıdır?

Varlık nedir?

Varlık nasıl oluşmuştur?

Varlığın türleri nelerdir?

Varlığın temeli nedir?

Gerçekten var olan nedir? v.b[2]

Varlık felsefesi varlığın ilk nedenlerini ve ilk ilkelerini konu edinir ve onu araştırır. Kısaca varlık felsefesinin konusu varlıkla ilgili her şeydir. Varlık ise var olan her şeydir. ”Felsefede varlık, töz anlamına gelir. Töz; var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye gereksinim duymayan varlıktır. Tözün bir başka anlamı da değişmelerin gerçekleştiği kalıcı varlıktır.”[3]

Yunan’da doğa filozofları, görünen dünyanın her şeyin kendinden çıktığı yine kendine geri döneceği varlığın dayandığı temel ilkeyi (arke)/tözü belirlemeye çalışmışlardır. Varlık konusunda tüm var olanların başlangıcı, ilk ilkesi nedir? Sorusuna yanıt aradılar. Doğa filozoflarının aradığı şey görünen dünyanın arkasında ki düzendi. Filozoflar, değişimin arkasındaki değişmeyen ilkeyi aradılar.

“Thales – Suyu”,“Anaksimender – Apeironu” Anaksimenes Havayı”,”Pythagoras – Sayıları”, “Heraklitos Ateş/logosu”,”Parmenides Biri”,”Empedokles Dört Elementi”, “Anaksagoras Tohumu”,“Demokritos Atomu” ilk ilke olarak kabul etmişlerdir.

Parmanides’in Bir’i, Heraklitosun çokluk kavramı yapılan tartışmayı daha ileri seviyeye taşımıştır. Doğa filozofları dış dünyayı anlayabilmek için ilk ilke probleminin yanı sıra oluşum, değişim ve varlık problemleri üzerinde durmuşlar fakat bu konularda doyurucu cevaplar verememişlerdir. Örneğin, Heraklitos’un ana ilkeyi ateş olarak belirlemesi doğada değişim olduğu düşüncesinden kaynaklanmıştır. Heralitos’a göre her şey değişim halindedir. Maymonides’e göre de ateş kendini yakmayan ve kendisiyle aynı olmayan şeyleri kendisine dönüştüren bir ilkedir. Bu değişim süreci asla değişmez.

Varlığın değişmez yasası olarak değişimin kendisini ele alan Heraklitos’un aksine “Parmanides’e değişim olanaksızdır”. Parmanides’e göre gerçeklik duyuların ötesinde sadece akılla kavranabilecek bir şeydir. Duyularımızın değişimi algıladığını fakat bizi yanılttığını akılda ise değişiminin olmayacağını savunmuştur. Ona göre “akıl” birlik içindeki gerçekliği kavrarken duyular çokluk içindeki gerçek dışılığı gösterir. Gerçek bir olandır; değişmez, bölünmez, doğmamıştır, yok olmaz. Var olan meydana gelmemiştir çünkü meydana gelmiş olsaydı var olmayandan meydana gelmesi gerekirdi. O zaman var olamayan var olmuş olurdu. Bir anlamda değişim, meydana gelme yok olma sürecidir. Bu nedenle değişim olanaksızdır. Var olandan var olmayana geçişi düşünmek ona göre yanılsamadır. “Var olan vardır”, “var olmayan yoktur” [4] Böylece Parmanides tüm oluşum, hareket, değişim biçimlerini ret etmiş olmaktadır.

Varlığın ana ilkesi nedir? Sorusuna verilen farklı ve birbirleriyle çelişik cevaplar şüpheci bir akımın doğmasına sebebiyet vermiştir. Tüm cevapların doğru olması imkânsızdı bu yüzden cevaplardan biri doğruysa diğerleri yanlış olacağından “mutlak bilginin koşulu nedir?” sorusu ortaya çıktı. Biz ne biliriz? Nasıl Biliriz?

Doğa filozoflarının tartışmalarının ardından ortaya çıkan şüpheci sofistikler, tıpkı doğa filozofları gibi hemen hemen hiçbir konuda ortak bir görüşe sahip değillerdir. Özellikle Sofistikler, Yunanistan Tanrılarının Antropoformik (insan biçimsel) yapısı sayesinde; insan-evren-tanrı arasındaki ilişkiyi belirlerken “İnsan, her şeyin ölçüsünü belirler” çıkarımından yola çıkarak çeşitli görüşler ortaya atmışlardır. Sofist düşüncenin temellerini atan Pratagoras’ın ünlü “İnsan her şeyin ölçüsüdür.” ve Gorgias’ın “Hiçbir şey yoktur, olsa da bilinemez, bilinse de söylenemez.” Sözü sofistlerin belirli bir ortak düşünce etrafında birleşmelerinin mümkün olmadığını gösterir.

“ Sofistler, büyük evren olan doğa (physis) yerine küçük evren olan insanla ilgilenerek “insanın kendisi” olmasının ve kendi bilincini kazanmasının yolunu açmışlardır.”[5] Sokrates öncesi dönem olarak bilinen bu dönem birçok yazara göre dinden felsefeye, ya da mitostan logosa geçiş yapıldığı bir dönemdir. Ahlak filozofu olarak da bilinen Sokrates’le başlayan Ahlak Felsefesinin soruları İnsan eylemlerinde özgür müdür? Ahlaki eylemlerin amacı nedir? Evrensel ahlak yasası var mıdır? Ahlak yasasını belirleyen özellikler nelerdir? Ahlaki yargıların özellikleri nelerdir?  gibi sorulara cevaplar arandı hala aranmaya devam etmektedir. Sokrates, Platon ve Aristo’yla başlayan bu süreç biz ne biliyoruz? Nasıl biliyoruz? Sorularıyla başlamış, günümüzde de bu tür sorulara doyurucu cevaplar bulunamamıştır.

Felsefe tarihine bir göz atıldığı zaman görülür ki, filozofların çoğu, Tanrı yahut Tanrının yerini alan bir güç, ilke, yasa, töz ileri sürerek daima o şeyin “Bir” olduğu üzerinde karar kılarlar. Mesela, Thales’in suyu, Eflatun ‘un “iyi ideası”, Aristo’nun” ilk muharriki” gibi.

Değişimi kabul etsin veya etmesin tüm filozofların ortak uzlaşımları sadece değişenin ardındaki değişmeyeni arama fikridir. Filozofların uzlaşamadıkları konu ise dış / görünen dünya hakkındadır. Dış/ görünen dünyada değişimi öne alanlarla Heraklitos gibi maddenin bir yanılsamadan ibaret olduğunu düşünen Parmanides gibi ya da her şeyin maddeden ibaret olduğunu savunan Demokritos gibi düşünürler ortaya çıktı. Bu üç bakış açısı günümüz bilim dünyasının felsefi alt yapısını oluşturur.

İnsanlar kelimeler ve bunların meydana getirdiği kavramlar örgüsü içinde düşünür. Hangi kavramsal içeriklerle yola çıkarsak o kavramsal içeriklerle düşünür ona göre değer yargılar üretiriz. Anlaşıldığı gibi geçmişten günümüze kadar gelen kavramsal içerikler, sürekli farklılıklar gösterdiği için, farlı farklı evren tasavvurlarımız meydana gelmiştir. Farklı kavram yapılarına sahip insanların olayları algılama biçimleri de tabii farklı olacaktır. Burada esas mesele, olgu ve olayların doğru bir şekilde, yani gerçeğe uygun bir şekilde anlaşılmasıdır.

“Sokrates’in kavramlarla ilgili sorularına, öğrencisi Eflatun ve onunda öğrencisi Aristo farklı yaklaşımlarla cevap bulmaya çalıştılar. Eflatun, kavramları kendi başına var olan fikirlerle (idea) veya formlarla özdeşleştirerek esas olanın bunlar olduğunu öne sürüyordu. Aristo ise dikkatini dünyadaki varlıklar üzerinde yoğunlaştırarak bunların form ve maddeden meydana geldiğini söylüyordu. Dünyadaki olaylar içinde maddenin değişimini ve bu değişim içinde başka formlar kazanışını gaye ve sebeplerle açıklamaya çalışıyordu. Aristo’nun varlık ve tabiat anlayışı 17. yüzyıla kadar ki bilim anlayışının temelini oluşturmuştur.”[6] Genel kabule göre Aristo mantığı bütün bilimlerin ölçü aletidir. Aristo ilke olarak hareketi benimseyen bir filozoftur. Aristo ilk hareket ettirici ye inanır. İlk muharrik evreni tetiklemiş bir daha insanların işlerine karışmamıştır…

Pozitivist Bilim’in temelleri eski Yunan Felsefesiyle ve Aristo mantığıyla şekillenmiştir. Bunun en büyük sebebi Büyük İskender’in yapmış olduğu doğu-batı seferleridir. Büyük İskender’in Aristo’nun öğrencisi olması dolayısıyla İskenderiye okulunun ilk önde gelen felsefe ve mantıkçıları Aristo’nun yorumcuları olmuştur. Yunanca’nın eğitim dili olarak egemen olduğu İskenderiye Okulu gelişimini tamamladıktan sonra, çevre ülkelerdeki düşünce dünyasını da etkilemeye başlamıştır. Bu etkileşim öyle boyutlara varmıştır ki; Büyük İskender’in Kur’an’da bahsedilen Zülkarneyn olduğunu savunan tefsirciler olmuştur. Fahruddin er-Razi tefsirinde, Zülkarneyn konusunda yapılan yorumlara değinmiştir. Dört farklı görüşten biri olan Zülkarney’nin Büyük İskender olduğu hakkında şöyle tespitlerde bulunmaktadır. ”Birinci görüş, zikrettiğimiz şu delilden ötürü, daha açıktır. Böylesine büyük bir kralın, ehl-i dünyaca halinin bilinir olma[7] gerekir. Böylesine hali (herkesçe) bilinen büyük kral da, İskender´dir. Binâenaleyh “Züikarneyn’den murad onun olma gerekir. Fakat bu görüşte, şöyle güçlü bir müşkil bulunmaktadır: O, Feylesof Aristo´nun talebesi idi ve onun inancı üzere idi. Binâenaleyh (Kur´an´da) Allah´ın onu yüceltmesi Aristo´nun mezhebinin (inanç ve düşüncesinin), hak ve doğru olduğuna hükmetmeyi gerektirir. Hâlbuki buna imkân yoktur. Allah en iyi bilendir.” [8]demektedir.

Büyük İskender yapmış olduğu seferlerde fethettiği yerleri tahakkümü altına almak için ne yapması gerektiği hakkında gerektiğini hocası Aristo’ya yazdığı bir mektupla sormuştur.

Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim?

İleri gelen insanlarını hapse mi tıkayım?

Ülkenin ileri gelen insanlarını kılıçtan mı geçireyim?

Aristo, öğrencisi İskender’e şu cevapları gönderir:

Sürgünde toplanıp sana başkaldırırlar.

Hapishaneler, militan yuvası olur ve sana başkaldırırlar.

Onlardan sonraki nesil intikam hırsıyla büyür ve tahtını sallar. Çözüm önerim ise şudur; insanlar arasına nifak tohumları ekeceksin. Birbirleriyle savaşınca, hakem olarak kendini kabul ettireceksin, ama anlaşmaya giden tüm yolları tıkayacaksın.[9]

 

Mürüvvet Çalışkan’ın kaleme aldığı bu yazı, Fıtrat Haber sitesinde 12.o4.2018 tarihinde yayımlanmıştır.

_________________________________

[1] AÖF III. Ünite Varlık Felsefesi

[2] http://www.felsefe.gen.tr/varlik_felsefesi_ontoloji_nedir.asp

[3] http://www.felsefe.gen.tr/varlik_felsefesi_ontoloji_nedir.asp

[4] Sofistlerin Bilgi ve Varlık Anlayışı/ Serpil Satı/ Yüksek Lisans Tezi

[5] Sofistlerin Bilgi ve Varlık Anlayışı/ Serpil Satı/ Yüksek Lisans Tezi

[6] Bilim Felsefesi / Şakir Kocabaş / s.5

[7] Abdurrahman b. Muhammed es-Se`âlibî, el-Cevâhirü’l-Hısân fî Tefsîri’l-Kur’ân (Tefsîru’s-

Se`âlibî), Beyrut: Müessesetü’l-Âlemiyyi’l-Matbûât, t.y. C.2, s.393; Râzî, C.21, s.164; Nesefî, C.2,

s.21; Ebû Hayyân el-Endülûsî, C.6, s.157; Mehmet Ebu’s-Suud Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ

Mezâyi’l-Kitâbi’l-Kerîm, Dâru’l-Fikr, ts, C.3, s.244; Âlûsû, C.16, s.25; Kâsımî, C.11, s.4102.

[8] http://www.kalb-iselim.net/kutuphane/tefsirweb/index.html

[9] Süleyman Saadetin Efendinin Aristotalesin bir nasihat mektubu tercümesi