KORKUDAN KAYNAKLANAN HUZURSUZLUK

Korkuları, ilahi korku ve hayati korku olmak üzere ikiye ayırabiliriz.

İlahi korku, Allah (c.c.) korkusudur. Bu durum aşa­ğıdaki ayette şöyle anlatılır.

“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gel­mek­ten sakınırsanız, o size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir. Kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” [1]

Âyet-i kerimede beyan edildiğine göre Allah korkusu; müminin imanını, şevkini, Allah’a olan sevgi ve saygısını coşturur. Hak ile batılı birbirinden ayır­masına, kalbinin aydınlanmasına, günah­larının af­­fına, kötülüklerinin bağışlanmasına sebep olur. Allah’ın (c.c.) azabından uzaklaştırır, rızasına, rahme­­tine ve cennetine yaklaştırır. Kin, haset ve düş­­manlık duygusunu giderir, üs­tün bir ahlaka kavuşturur.

Allah korkusu aynı zamanda Allah sevgisinin de kaynağıdır. Çünkü ayeti kerimede:

“Allah Mü’minlerin dostudur.” Buyrulmaktadır.[2]

Yani Allah’a dostluk O’na yakınlaşmakla mümkündür. Allah’a yakınlaşma ise O’nun sevgi ve rızasını kazanmak için emirlerinin yerine getirilmesi demektir. Bu da sevgiye dayalı bir korku olmadan elde edilebilecek bir durum değildir.

Mümin Allah’ın büyüklüğünü, azametini, kud­­retini bildiği gibi “İntikam alan, Kah­reden, Azap veren ve Zillete düşüren” sıfatlarını da bilmesi gerekir. Bu bildiği gerçeklerden dolayı, O’ndan hakkıyla korkar. Bu korkunun oluşumu, kişinin iman derecesine göre şekillenir. Bu yüzden Al­­lah’ın (c.c.) rızasını kazanmanın tek yolu O’ndan gerektiği gibi korkmaktır.

Yani Allah korkusu sevgiye dayalı olduğu için kişi O’nun rızasını kaybetmekten endişe eder. Çünkü O’nun rızasını kaybetmek, dibi görünmeyen korkuların merkezine düşmek demektir. Zira yaratandan korkmak, yaratılanlardan korkmamanın ilacı olduğu için bunda stres, aşağılık duygusu ve bunalım yoktur.

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, hadis-i şeriflerinde Allah korkusunu şöyle dile getirmiştir.

Abdullah İbn-i Amr İbni’l-As (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) şu duayı okurlardı: “Allah’ım, huşu duymaz bir kalpten sana sığınırım, dinlenmeyen bir duadan sana sığınırım, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden, bu dört şeyden sana sığınırım.”  [3]

Hadis-i şerifte geçen dua başlıklarını kısaca inceleyelim.

Huşu: Bu kelime, saygı, sevgi ve hürmeti içinde bulunduran tatlı bir korkunun adıdır. Kalbin huşû duyması, Allah’a karşı duyulan ve yaratılmışların korkusuna benzemeyen saygıya boyanmış bir korkudur. Mesela: İbadet, kulu Allah’a yaklaştırıyor, takvasını artırıyor ve tefekküre sevk ediyorsa, böyle yapılan ibadet, bilinçsiz bir şekilde, fiziki şartları yerine getirerek yapılan ibadetten daha makbuldür. İnsanın namaz içerisinde bulunması gereken ruh hali de budur. Huşu duymayan kalp, Allah’ı zikretmekten zevk almayan ve mutmain olmayan kalp demektir. Zira kalp, yaratıcısından korkup, O’na karşı saygı duyması için yaratılmıştır. Göğüs bu korkuya açılmalı, içerisine haşyet nuru girmelidir. Kalp böyle değilse duyarsızlaşmış ve katılaşmış demektir. Katılaşmış kalpten de Allah’a sığınmak gerekir.

Dinlenmeyen duaya gelince: Bu da kabul görmeyen ve icabete mazhar olmayan dua demektir. Bu hal Allah’ın rahmetinden kendini uzak gören kimselere mahsus bir durumdur.

Doymayan nefis ise Allah’ın kendisine verdikleriyle yetinmeyen, nasibine düşen rızka kanaat etmeyen, mal toplamaktan usanmayan, hırsının esiri olan, mevki ve makama doymayan bir nefis demektir. Nefsinin maddî ve dünyevî heveslerinin peşinde koşan, durmak bilmeyen insanların nefisleri de bu guruba girmektedir. Nefis, sahte ziynetlere aldanma evi olan dünyadan uzaklaşıp, ebediyet evi olan ahirete meylettiği ölçüde itibar kazanır. Dünyaya düşkün bununla beraber maddiyata karşı da hırs içinde olan bir nefis, kişinin en büyük düşmanı demektir.

Duanın icabet görmemesine gelince bu durum, dua eden kimsenin ilim ve amelinden istifade edilmediği, kalbinin Allah’a karşı korku duymadığı ve doymak bilmeyen haris bir nefse sahip olduğu anlamına gelmektedir.

Faydası olmayan ilim ise amel edilmeyen, başkalarına öğretilmeyen, ahlâkın, fiillerin ve konuşmanın güzelleşmesinde işe yaramayan bilgilerdir. İhtiyaç duyulmayan veya öğrenilmesi için şer’î yönden izin verilmeyen ilimler de bu sınıfa girmektedir.

Bizim dinimiz, dünya ve ahiretin kazanılmasında ilme büyük önem vermiştir. Bundan dolayı da ilk emri “Oku” diye başlamıştır. Şunu da belirtelim ki, faydasız ilmi kınayan hadis-i şeriflerde herhangi bir ilmin ismi zikredilmemiştir. Yani faydasız ilim tabiri izafi bir durumdur. Aslında İslami yönden, her ilmin kendine göre bir faydası vardır. Ancak zaman ve zemine göre bazı ilimler, bazı fertler için faydasız olabilir. Kişiler doğru değerlendirmeleri sayesinde bunu bizzat kendilerinin tayin etmesi gerekir. Zira ayet-i kerimede:

“Kesin olarak bilmediğin şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, kalp ve göz; bütün bunlar ondan mesuldürler.” Buyrulmuştur.[4] 

Yani kişi dünya ve ahiret meseleleri ile ilgili olan veya mesleki ihtisasına girmeyen şeylerle meşgul olduğu zaman, onun faydalı olması veya olmaması konusunda bir eleştirme yapması gerekir. Kendi ihtisası ya da dünya ve ahiret ile ilgili konularda eksikleri varken bunun dışındaki afakî bilgilerle meşgul olunması lüzumsuz bilgiler sınıfından sayılmıştır.

Mesela: İhtisas sahibi olmayan bir kişinin, kendi tarih ve coğrafyası hakkında hiçbir bilgisi yok iken, başka milletlerin coğrafyası üzerinde çalışma yapması, faydasız ilim kabul edilmiştir. Buluğ çağına gelmiş bir müslümanın, kendi dini hakkında hiçbir bilgisi yokken, başka dinlerle ilgili teferruatı öğrenmeye çalışması da faydasız ilim kabilindendir.

Hayatî (hayatla ilgili) korkunun çeşidi çoktur.

Mesela; Deprem, karanlık, sel, haşerat, korkusu, uçuş kor­kusu, ameliyat, hastalık, köpek korkusu gibi yüzlerce korku çeşidi vardır.

Bunla­rın tamamını bir cümlede tarif etmek gerekirse; Tehlikeye maruz kalan her canlıda oluşan duygu haline korku denilmektedir. Korkunun en kötüsü, insanın insandan kork­masıdır.

Mesela: Bir işyerinde veya dairede, insanlar birbirinden korkar, amirin elindeki yönetmelikte, memura korku aracı olarak kullanılırsa O zaman burada stresli bir hayat baş gösterir. Bir iş yerinde veya dai­rede, anket yapılacak olsa, amirini hiç sevmediği halde çok sevdiğini söyleyenler çıkıyorsa, bu durum batıl bir korkunun, sahte göstergesi demektir. Böyle ya­pay davranışlar, insanı içten içe eritir, gizli stres girdabına düşürür. Böyle bir toplulukta insanlar, fiillerini korkma ve korkutma felsefesi üzerine bina ederler.

Ailede babana söylerim, okulda öğretmenine söylerim, dairede müdürüne söylerim, görevine son veririm. Kötü bir yere sürerim gibi sözler de korkma ve korkutma felsefesinin tezahürleridir.

Çok sevdiği işini, amirinin stres dolu menfi tutumundan dolayı terk edenler olduğu gibi sahte sevgi gösterisinden bunalıma girip, iş yerinde birbirini öldü­renler bile vardır.

Öyle ise korkuya dayalı huzursuzluktan kurtulmanın çaresi nedir?

Kişi kendisine reva görmediği bir davranışı başkalarına da yapmadığı takdirde, korkuya dayalı stres bitmiş olur. Bu durum disiplinin sıfırlanması demek değil, huzursuzluğa sebep olan ve sevilmeyen davra­nışların terk edilmesi demektir.

İnsanların birbirinden emin olması hem ça­lış­ma performansını yükseltecek hem de birlikte ya­şayan insanlara huzurlu bir ortam sağlayacaktır.

Emekli Müftü Ali Kara’nın kaleme aldığı bu yazı, Fıtrat Haber sitesinde 5.5.2018 tarihinde yayımlanmıştır.

___________________________

[1] Enfal Suresi 8/29

[2] Al-i İmran 3/68

[3] Tirmizî, Da’avât 69, Nesâî, İstiâze 2

[4] İsrâ Suresi 36