USTALARA SAYGI İLE ÖLÜSEVİCİLİK ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ

Geçmişte yapılanların önemsenmesi, alınan mesafenin kazanım kabul edilmesi, mevcudun üzerine yeni şeyler koyup müktesebatın sonraki nesillere aktarılması, ilmi geleneğin hem tabii hem zaruri çalışma tarzıdır. Zaten insanı diğer varlıklardan ayıran şey de, sanılanın aksine ne aklı olması ne konuşabilmesi, önceki birikimin üzerine yeni şeyler katıp medeniyet oluşturabilmesidir.

Ortaya koyduğu yenilik ve ilkelerle, herhangi bir disiplinin dönüşüm, değişim ve gelişimine katkı veren herkes saygıyı fazlasıyla hak etmiştir. Bu kişinin ölmüş olması ile çağdaşımız olması, hakkının teslim edilmesi hususunda fark yaratmamalıdır.

Saygıda kusur etmenin, görmezden gelmenin, hatta reddetmenin tek makul gerekçesi kişinin hayatta olmasından başka bir şeyle izah edilemiyorsa şayet, gösterilen bu tavır en hafif ifadesiyle “çekememezlik” olarak nitelendirilebilir. Peki dirilere bu tavrı gösterenler, hiçbir ayırıma tabi tutmadan ölülere saygıda kusur etmiyorlarsa, bu saygının “ölüsevicilik”le ilgisi olabilir mi?

İşte tam da buradan, yani “çekememezlik” ve “ölüyse ayırt etmezlik” açısından bakıldığında “ustalara saygı” ile “ölüsevicilik” arasında ince bir çizgiden bahsedebiliriz. Bu ince çizginin sınırlarına da haklarında, “dost olmalarının önündeki tek engel onun elde ettiği başarıyı hazmedememesiydi” yahut “kutsadığı şu adamla çağdaş olsaydı kanlı bıçaklı olurlardı” diye tahminde bulunduğumuz kişileri konumlandırabiliriz.

Ölmüş olması şartıyla ayırt edilmeksizin herkesin kutsanabilmesinin temelinde ölmüş olana karşı duyulan acıma ve şerrinden emin olma duygusu mu yatıyor? Yoksa denilen doğru mu, çok yakınımız olmadığı sürece aldığımız her ölüm haberi içimizde bir mutluluk hissi mi uyandırıyor, neyse ki ben hayattayım duygusunun bir tezahürü olarak?!

Seçici davranmadan tüm ölülerden saygı ve sevgimizi esirgemememizin bu süfli duygularla ilgisi olabilir mi? Bu durumda dirilere gösterilen mesafenin temelinde de haset yatıyor olabilir mi?

Kıskançlık duygusunun damarlarımızda aktığında şüphe yok. Kur’ân bize nefislerin her daim kıskançlığa hazır halde olduğunu bildiriyor. Ana-baba bir kardeşlerin birbirini çekemediği bir imtihan ortamında, başarılarından dolayı dirilerin takdir edildiği bir dünya hayal etmek, sınırları zorlamak olurdu zaten. Hele bir de ömür boyu bekledikleri bir nebiyle karşılaştıklarında sırf kıskançlık sebebiyle onu yok sayanların varlığını düşündüğümüzde…

Yaşarken ırk, meşreb, kültür gibi pek çok farklılığın sebep olduğu ayrımcılık, hazımsızlık ölenlere karşı hissedilmiyor. Ebu Hanife’yi seven herkes tüm mezheb imamlarını hatta herhangi bir mezhebe müntesip tüm merhum alimleri seviyor. Hayatta iken bunlar birbirlerinden hazetmeseler bile. Mesela Ebu Hanife’yi seven Buhari’yi de seviyor. Buhari Ebu Hanife’den hiç hoşlanmamış olsa bile.

Hiçbir rezerv koymadan, tarihe mal olmuş tüm Türk hükümdar ve padişahlarını kutsayanlardan kaçı acaba bu kutsadıklarının tebaası olsaydı aynı düşüncelere sahip olurlardı. Muhtemelen çoğu, şimdilerde kutsadığı bir padişahın, tebası olsalardı onun en azılı muhalifleri arasında yer alırlardı.

İnsandaki bu ölüsevicilik saygı ve sevgide israfa sebep oluyor. Dahası tapınmaya götürüyor, felaketi oluyor insanın. Kendisine düşman kesilecek olanı kutsadığı için cehennemi boylayanlardan bahsediyor Kur’ân. Hangi örnek şu ayetin bildirdiğinden daha etkileyici bir şekilde insanın bu konudaki zavallılığını ortaya koyabilir ki?

Allah ile arasına koyarak, mezardan kalkış gününe kadar cevap veremeyecek kimselere çağrıda bulunandan daha sapık kimdir? Bunlar, onların çağrısının farkında olmazlar. İnsanların bir araya geldikleri o gün bunlar onlara düşman olacaklar ve yaptıkları kulluğu kabul etmeyeceklerdir. (Ahkaf 46/5-6)

Öte yandan kıskançlık da hayatı çekilmez kılıyor. İnanların enerjisini tüketiyor, içlerini kemiriyor, onları hasta ediyor, insanlıktan çıkarıyor. Yanlış olduğu için değil, başkası söyledi diye reddediliyor nice doğrular.

Saygılarını ölülere saklayanlar, saygıyı ancak öldüklerinde görürler. Hem de katıksız değil, temelinde acıma duygusu olan saygıyı. Çünkü ölüm, saygıyı da sevgiyi de kirletir. Belki de bu sebeple şairin dediği gibi ölüm hepimizi temiz kılar.

Ölünce kirlerimizden temizlenir,

Ölünce biz de iyi adam oluruz;

Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,

Hepsini unuturuz…

Fatih Orum’un kaleme aldığı bu yazı, 28.02.2018 tarihinde Fıtrat Haber sitesinde yayımlanmıştır.