İnanç Geni

Bilimin insanlarının da araştırıp açıkladığı İnanç duygusu nasıl ortaya çıktı? Binlerce yıl insanoğlunu nasıl etkiledi, yönlendirdi?

Amerikalı ünlü moleküler biyolog Dean Hamer, bu sorunun yanıtını insana fiziksel özelliklerini veren DNA kodlarında aradı. 6 yıl süren bir dizi araştırmanın sonunda da “Allah’a inanç genini” bulduğunu açıkladı. Bu açıklamaları Ateistler de sahiplendi dindarlar da.

İnanç geni’nin bulunması beraberinde tartışmaları da getirdi. Ateistler, “Bu Tanrı`nın olmadığının bir kanıtıdır” dedi. Dindar bilim insanları ise “Asıl Allah`ın insan vücuduna nüfuz ettiğini ve gücünü gösterir” savunmasını yaptı. Araştırmayı yayınlayan Time dergisine göre, inanç geni’nin bulunması, bilim ile din dünyası arasında yüzyıllardır yaşanan;

Tanrı var olduğu için mi inandık, yoksa inanma ihtiyacı mı Tanrı`yı oluşturdu? tartışmasını yeniden alevlendirdi.

Amerikalı biyoloğun “İnanç genini buldum” açıklaması, bilim ve din dünyasına bomba gibi düştü. Ateistler, “inanç geni” keşfinin “Tanrı`nın olmadığının” bir kanıtı olduğunu öne sürmesine karşın birçok bilim insanı bu görüşe karşı çıktı. Örneğin; Virginia Üniversitesi`nin psikiyatri uzmanı Lindon Eaves`ın konu hakkındaki yorumu şöyle: “Tanrı kavramının beyinde şekillendiği doğru olabilir. Peki, neden bu kavram oluşuyor ona bakmak lazım? Yani neden beyinde “inanma” isteğini doğuran kimyasal aktiviteler yaşanıyor? Bence bunun cevabı yine Tanrı`nın gücünde yatıyor…

Yeryüzünde yaşamış atalarımızın kalıntılarını bulup inceledikçe anlıyoruz ki “İnançsız hiç bir toplum yok”.

İnanç; kavram olarak olumlu ya da olumsuz kendinden ve yaşadıklarından emin olma hissidir…

Modern dünya, aklı ve bilimi yegâne değerler sayıp kutsarken; inanç konusunu bilim ile birlikte anmaktan, iki olguyu aynı çizgide buluşturmaktan adeta kaçındı. Oysa varoluş amacını sorgulayan herkes Ben kimim?

Nereden geldim?

Nereye gidiyorum?

Bu kâinatı yaratan bir yaratıcı varsa bize ulaştırdığı bir mesajı da mutlaka vardır, bu mesaj nerede?

Sorularını sormaya başlar. Kişilerin aynı soruları sormaya başlaması ve aynı sorularda hemfikir olması başlı başına bir araştırma konusudur ve kişi ister istemez kendisini bir araştırmanın içinde bulur.

Dinler tarihi hakkında yapacağımız araştırmada karşılaşacağımız veriler üç aşağı beş yuları aynıdır. Atalarımız öyle şeylere inanmış ki; tabiatta her gördüğüne toprağa, ağaca, rüzgâra, şimşeğe, göğe…

Kelt mitolojisinde herkesin bir ağaçtan yaratıldığını varsaymışlar ve keşfettikleri her yeni nesneye yıldızlara, gezegenlere, burçlara inanmışlar. İnsanlara bu inancı dayatan kişiler bu konular hakkında en çok bilgisi olan kişiler olmuş. Bu nesnelere yüklenilen güçler kişilerin kendi çıkarımlarıdır. Şahsen çıkardığım sonuç bu oldu katılırsınız ve ya katılmazsınız bilemiyorum her toplumun bir ruhban sınıfı/şamanı olmuş. Bu kişiler insanları öyle şeylere inanmaya sevk etmişler ki günümüze kadar bu inanç türleri takip edilebiliyor efsanelerle-mitolojilerle…

Yöntem hep aynı hiç değişmemiş şahsi çıkarlar doğrultunda kişileri kendilerine bağımlı kılmak için falcılıkla uğraşmışlar (su, kahve, burç, kan vs. ) tılsımlarla/muskalarla telkin/hipnoz yöntemiyle kişileri etkilemeyi hep başarmışlar, kısaca en eskinin telkin ve hipnoz yöntemi hiç değişmemiş.

Bu kişilerin ve nesnelerin benim üzerimde nasıl bir etkileri olabilir? İşte inanç geni burada devreye giriyor. Doğru işletilmezse inanç geni kişiyi  hep hüsrana uğratacaktır. Çünkü kişilerin dayandıkları dayan noktalarını kaybettiklerinde hüsran kaçınılmaz olacaktır ve bir gün mutlaka dayanak noktaları ya kaybolacaktır veya ortadan kalkacaktır. Kâinatın yasası gereği her şeyin bir eceli vardır. Kişilerden tutunda yıldızlara gezegenlere kadar her şeyin bir sonu vardır. Bilim yıldız ölümlerinin gerçekleştiğini artık biliyor. Kendiniz de araştırdıkça anlayacaksınız ki bu kişilere ve nesnelere inanılmaz güçler atfedilmiş. İnsanlar bu kişilerden ve nesnelerden çocuk sahibi olmak isteklerinden tutunda her türlü maddi ve manevi desteği istemişler/medet ummuşlar. Her türlü isteği bu kişiler ve nesneler nasıl karşılayabilir? Ya da yıldızların, gezegenlerin, burçların benim yaratılmamda nasıl bir etkileri var olmuş olabilir? Kişilerin değil de mutlaka bu nesnelerin bir varoluş amaçları vardır fakat onlara bu var oluş amacını yükleyen kim? Bize bizi en iyi kim anlatabilir, tüm kâinatı yaratan Yaratıcıdan başka?

Birçok kaynağı araştırdıktan sonra amacımız Yaratıcıya ulaşmaksa en son indirdiği kitapla mutlaka karşı karşıya geleceğiz. Kitabı okumaya başladığımızda İnanç genini fıtratımıza yükleyen yaratıcı da bize “keşfe çık tüm bunlar boşuna yaratılmadı oku” diyor. Artık bundan sonra inancımızı-imanımızı-güvenimizi sorgulamaya ana kaynaktan başlayabilirsiniz. Tıpkı atamız İbrahim (as.) gibi. Sorgulama mantığında İbrahim (as.) atamızı örnek olarak alabiliriz.

Hanif olarak yüzümüzü Allah’a çevirip” ben Müslümanların ilki olmakla emrolundum” diyen atamız gibi olabiliriz.

Allah’ın Nebi-Elçilerini ruhban sınıfından ayıran en belirleyici özellikleri kişileri özgürlüğe davet etmiş olmalarıdır. Elçilerin uymakla yükümlü oldukları Vahiy, yol rehberi olmuş ve kişileri aynı yola davet ederken hiçbir kişisel çıkar gözetmemişlerdir. Benim Rabbim, sizin Rabbiniz olan Allah’a iman edin demişler.

İnancımızı-imanımızı-güvenimizi Kâinatı yaratan yaratıcıya tam bir teslimiyetle gerçekleştirdiğimizde üstesinden kalkamayacağımız hiçbir sorunumuz olmaz. İsteklerimizi yaratıcıdan namazla, duayla, sabırla istemeliyiz.

Artık, yüzünü tam doğru dine döndür, Allah’ın ilk yarattığı selâmet haline ki insanları, o tabîî halde, selâmet halinde yaratmıştır; Allah’ın yaratışı, dîn, değiştirilemez; budur en doğru dîn ve fakat insanların çoğu bilmez. (Rum:30)

Mürüvvet Çalışkan’ın kaleme aldığı bu yazı, Fıtrat Haber sitesinde 16.9.2016 tarihinde yayımlanmıştır.