SEVGİYİ GÖSTERMEDE AŞIRILIK

Çocuğumu öyle seviyorum ki yere göğe koyamıyorum, ne yapsam da sevgimi göstersem bilemiyorum!

Böyle söylemiyoruz belki ama tam da böyle davranıyoruz; çünkü böyle hissediyoruz. Hislerimizi ifade etmek için de türlü türlü sözler, davranışlar icat ettik yeni nesil ebeveynler olarak. Elbette çok seveceğiz çocuğumuzu ama biz onlara olan sevgi gösterilerimizin dozunu artırdıkça çocuklara iyilik mi ediyoruz acaba? Ya da çocuklarımızın davranış tarzını çok mu beğeniyoruz sonuç olarak? Eğer öyleyse “Biz eskiden böyle değildik, annemizin babamızın bir bakışıyla muma dönerdik, şimdikiler hiç umursamıyor yahu!” diye şikayet edenler kim?

Neyden şikayet ediyoruz ve acaba şikayet ettiğimiz şeyler nelerden kaynaklanıyor olabilir? Günümüzdeki ailelerin eskilerden ne farkları var, neler değişti ve şu anda yanlış gittiğini düşündüğümüz neleri düzeltebiliriz? Bu konularda hiç düşündük mü?

Bu yazımızda, yıllardır ebeveyn – çocuk ilişkilerinde rastlayıp da yadırgadığımız çeşitli hitap şekilleriyle davranışlardan ve bunların ailede ne gibi etkiler oluşturabileceği hakkındaki düşüncelerimizden bahsettik. Yazdıklarımızın psikologlar tarafından onaylandığını görünce, referansları da yazımıza eklemek boynumuzun borcu oldu.

NİÇİN YARATILDIK, NİÇİN YAŞIYORUZ?

Son yıllarda ebeveynlerin, çocuklarını sosyal medyada  “tek varlığım”, “varoluş sebebim” diye etiketlediklerini gördükçe, acaba ne söylediğimizin farkında mıyız diye durup düşünmeden edemiyor insan.

Önce bu sözlerin Kur’ân’a göre doğruluğuna bakalım. Mesela, varoluş sebebimizi Rabbimiz nasıl açıklamış:
“Cinleri ve insanları, kulluğu sadece bana yapsınlar diye yarattım.” (Zâriyat 51/56)

“De ki: ‘Benim namazım, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, varlıkların sahibi olan Allah içindir.’” (En’am 6/162)

Şimdi de bizim tek varlığımız neymiş ona bakalım:
“İnsanın kendi çalışmasından başkası kendine ait değildir.” (Necm 53/39)

“Mal ve evlat, dünya hayatının süsüdür. Kalıcılığı olan iyi işler ise Rabbinin katında hem karşılık bakımından daha iyidir hem de ümit bağlamaya daha layıktır.” (Kehf 18/46)

Demek ki bizim tek varlığımız, kendi imanımız ve bu imanla çalışarak yaptığımız iyi işlermiş. Bu durumda Allah katında bizi bağlayan, bize yalnızca emanet olan evladımızın kendisinden ziyade çocuğumuzla ilgili neler yaptığımızdır. Bir evlatla ilgili yapabileceğimiz en güzel şey de onu Allah’ın razı olacağı şekilde yetiştirmek ve arkamızdan hayır dua edecek şekilde, Rabbinin rahmetine bırakmaktır:

“Hiçbir anne-baba evladına güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz….” (Tirmizi, Birr, 33)

Özetle, sevgi sözcüğü olarak yukarıda bahsettiğimiz “tek varlığım”, “varoluş sebebim” gibi  ifadelerin daha en baştan, maksadını aşan ve Allah’ın kelamına ters düşen sözler olduğu ortadadır.

“Varoluş sebebi” olarak çocuklarını görüp, her şeylerini onlara endeksleyen ebeveynlerin, çocuklarının ufacık bir rahatsızlığında akıllarını kaybetmiş gibi davranmaları işten değildir elbet. Ya da anne-babasının “tek varlığı” olduğunu düşünen bir çocuğun, ufak bir hatasında, onları hayal kırıklığına uğratma korkusundan neler yaşayabileceğini; kendine kızmak, hatasını gizlemek için yalana başvurmak, kendini yeterli görmeyerek özgüvenini kaybetmek gibi pek çok sorunla karşı karşıya kalabileceğini de ayrıca düşünmeliyiz. Hatta sonra bir de kardeşi olduğunu ve ikinci çocuğun da annesinin babasının “varoluş sebebi” diye adlandırıldığını düşünelim. O zaman çocuğun kardeşine duyacağı kıskançlığı, öfkeyi ve anne-babasının şimdiye kadar kendisine doğru söylemediklerini düşünerek onlara duyacağı güvensizliği, varın siz hesap edin…

ÇOCUKLARIN İHTİYACI

Halbuki çocuklar abartılı bir şekilde yüceltilmeye değil, bütün pedagogların söylediği gibi, koşulsuz olarak sevildiği güvenli bir ortama ihtiyaç duyar. Çocuklar, sınırlarını onlara şefkatle ve istikrarla bildirecek, böylece bir düzen içinde ve güvende olduklarından onları emin kılacak ebeveynlere, sırtlarını dayadıkları bir babaya ve kucağında teselli buldukları bir anneye muhtaçtırlar. Bu yüzden kimin anne, kimin baba, kimin de çocuk olduğunu kesin ve net olarak bilmeleri gerekir.

EBEVEYN- ÇOCUK İLİŞKİSİNİ ZEDELEYEN ETKENLER

Günümüzde Değişen Hitap Sözcükleri

Maalesef günümüzde, kendi çocuklarına “annem – annecim”, “babam – babacım” diye seslenen anne babaların sayısı o kadar çok ki belli yaşın altındaki çocuklar kim anne, kim baba, kim çocuk diye düşününce işin içinden çıkamayabilirler. Özellikle soyut kavramları algılayamayacak ve gerçek, mecaz, şaka nedir diye ayırt edemeyecek yaşta olan çocukların, bu sevgi sözcüklerini gerçeklerden ayırt edebilmeleri mümkün olmayabilir. Model alacakları, sözünü dinleyecekleri kişi onlara “annecim” ya da “babacım” diye seslenince de, kimin sözünü dinleyeceklerini, kime güveneceklerini bilemeyebilirler.
Bu hitap şeklinin çocuklar üzerinde nasıl bir psikolojik etkisi olduğu konusunda yapılmış bir çalışma henüz bulunmuyor; ancak Boğaziçi Üniversitesi tarafından yapılan “Türkçe’nin Kullanımında ‘Annecim’ Hitabının Yeri” başlıklı anket çalışmasına[1] göre, ankete katılan 1945-1996 doğumlu 1126 anneden çocuklarına “annecim” diye hitap edenlerin %84.9’u, 1980 ve sonrası doğumlu. Ortalama annelik yaşı düşünüldüğünde, bu hitap şeklinin son 15-20 yılda ortaya çıktığı anlaşılıyor. Ankete katılanların %63’ü kendi annelerinden böyle bir söz işitmemişler. Yani bu hitap şeklinin yaratacağı etkileri ancak yeni yetişmekte olan nesilde göreceğiz. Kanaatimizce, çocuğuna özellikle de okul öncesi çağda “annecim”, “babacım” diye hitap etmeyi sürdürenlerle ileriki yıllarda yapılacak anketlerin birinci sorusu, çocuğun kendini güvende hissedip hissetmediği konusunda olmalı. Belki de bu çalışma, artık belli bir yaşa gelmiş olacak çocukların kendileriyle yapılır. Henüz yapılmış bir psikolojik çalışma olmadığından, bu hitap şeklinin çocuklar için kafa karıştırıcı ve zararlı olduğunu söyleyen birçok psikolog[2] bulunduğunu belirterek bu konuyu kapatabiliriz.

Ebeveyn Otoritesini Zayıflatan Etkenler

Bir de kendine “anniş”, ya da “babişko” dedirten ebeveynler var. Elbette her evde yaşanmak zorunda değil, ancak bu davranışın şöyle sorunlara zemin hazırlaması muhtemel:
“Baba”lar “babişko” olunca, eskiden sağlam bir dayanak olan baba, çocuğun önce dilinde, sonra da zihninde yumuşamaya ve otoritesini kaybetmeye başlıyor. Anneler de “anniş” olunca, onu çekip çevirmek için sözü dinlenecek, yaptığı yemekler ve verdiği emekler için teşekkür edilecek, saygı gösterilip eli öpülecek bir “anne”si kalmıyor çocuğun zihninde.

Ebeveyne gösterilecek saygıyı azaltan bir başka etkense, son yıllarda ilköğretim seviyesindeki çocuklara öğretilen “çocuk hakları” konusunun ele alınış biçimi. Haklarla birlikte sorumlulukların da öğretilmesi, bu pürüzü giderecektir; ancak mevcut durum hakkında yaptığımız bazı gözlemler şu yönde: Pek çok çocuk, bu derslerde onlara anlatılan “onların da birer birey ve vatandaş olduğu, yetişkin bireylere denk hakları olduğu” bilgisini, “aile içinde ebeveyniyle eşit erke ve her konuda eşit karar yetkisine sahip olduğu” yönünde yorumluyor. Böylece anne – babasının engel olmaya çalıştığı bir hatası ya da yapmasını söylediği bir görevi varsa, bunların talep edilmesini “zorbalık” olarak adlandırıyor. Herhangi bir kuralı ya da görevi uygulatmaya çalıştığınızda sizin “zorba olduğunuzu, kendinizi üstün gördüğünüzü” söyleyiveriyorlar. Ebeveynin varlık nedeni ve rolü hakkında kafaları şimdiden karışık ve bunu onlara öğretmek zorunda olanlar da yine ebeveynler…

Ebeveynin çocuğun hayatındaki rolünü ve işlevini ona öğretebilmek için, anne – babanın saygınlığının fiziksel ya da ekonomik güç üstünlüğünden değil, çocuğa verilen emekten, sahip olunan tecrübe ve bilinçle çocuğa yaptıkları yol göstericilikten kaynaklandığı onlara anlatılmalı. Saygın olduğumuzu çocuklarımıza sözlerle değil, gerçekten saygı duyulacak bir ebeveyne yakışır şekilde davranarak göstermeliyiz. Bunu yapmak için öncelikle çocuğun da bir birey olduğunu ve sırf Allah onu yarattığı için dahi değerli ve saygın bir varlık olduğunu sürekli aklımızda tutmalıyız. Bu sayede çocuk da karşısındakine saygı göstermenin ne demek olduğunu öğrenecek, ebeveyninin hayatına kattığı değeri görecek ve ona saygı duyacaktır.

Kimlik Karmaşasına Neden Olacak Bir Hitap Şekli

Şimdi bahsedeceğim hitap şekliyse çocuklar için tehlikeli dahi olabilecek, kimlik karmaşası yaratan bir sözcük: “Aşkım!”

Çoğu anne-baba, “aşkım” sözcüğünü eşine hitap ederken kullanmadığı halde, çocuğuyla konuşurken rahatça ve bolca kullanabiliyor. Bu sırada akla, “acaba bu ebeveynin eşiyle ilişkisinden içinde kalan bir ukde mi var” sorusu geliyor.
Hem eşine hem çocuğuna “aşkım” diyenler de var ki durum burada çocuk açısından daha da karmaşık hale geliyor:  “Aşkım” kelimesini sıradan bir sevgi sözcüğü zanneden çocuk, kendisinin ebeveyniyle aynı şekilde, aynı duygu ve güdülerle sevildiğini düşünecektir elbet. Bu ebeveynler, büyük-çocuk ilişkileri hakkında hatta anne-babanın birbirleriyle ilişkisi hakkında çocuğunun kafasını ne kadar karıştırdığından habersizler muhtemelen. Aşk kavramının yetişkinlere has manasını bilmeyen çocuğun, o sözcüğün içini ilerleyen yıllarda nasıl dolduracağını hiç akıllarına getiremiyorlar ve böylece çocuklarının hafızasında aşk ve karşı cinsle ilişkiler açısından silinmeyecek yanlış izler bırakmaları da pek mümkün.

“Aşkım” hitabının yol açabileceği çok mühim sorunlardan biri de şu olabilir:
Kendisine “aşkım” denerek yetişen çocuklar, maalesef son yıllarda sayısı hızla artan ve içimizi yakan pedofili vakalarına karşı savunmasız olabilirler. Böyle bir insanla karşılaşan çocuğun gözünden olaylara bakalım: Karşısında ona anne ya da babasıyla aynı sözcüğü kullanarak hitap eden ve onu sevdiğini düşündüğü bir yetişkin var. Şimdiye kadar anne-babası ona sevgi ve şefkatle sarılmış, çocuk da sürekli böyle temiz bir sevgi hissetmiş. Elbette bu durumda çocuk, karşısındaki kişinin ona, tıpkı anne-babası gibi şefkatli yaklaşacağını ve hiçbir art niyet gütmeyeceğini zannedecektir. Bu nedenle bir başka yetişkinin ona aynı sözcükle hitap etmesinde ve yaklaşmasında hiçbir sakınca da görmeyecektir. Umarız durumun ciddiyeti bu açıdan bakılınca daha net ortaya çıkacaktır.

Çocuğa Sevgiyi İfade İçin Gösterilen Yanlış Bir Davranış

Sevginin ve bunu gösterme biçiminin uçlarda ve yanlış şekilde yaşandığı çok önemli bir başka konuysa, bebek ve çocukların dudaktan öpülmesi.  Bu durum ebeveyn ve çocuğun cinsiyetleri açısından iki türlü ele alınabilir:

Birincisi, hemcinsi olan çocuğunu dudaktan öpen, böylece dudaktan öpüşmeyi, Türk toplumunda çok yaygın olan gündelik yanak yanağa öpüşmeyle aynıymış gibi gösteren ebeveynlerin tutumu: Çocukları 5-6 yaşına geldiğinde, yani cinsel kimliğin ve kız erkek farkının çocuk tarafından ayırt edilmeye başlandığı yaşlarda dahi bu davranışı gösterenler, çocuklarına istemeden aynı cinsiyetteki insanlarla da öpüşülebildiği mesajını veriyorlar. Bu ise ilkokul çocukları arasında, diğer cinsiyetten olana muhalefetin üst safhada olduğu yaşlarda kız-kıza ya da erkek-erkeğe öpüşmenin – bir sevgi gösterme biçimi olarak- başlamasına, durdurulmazsa ilerleyen yaşlarda cinsel kimlik bozukluklarına neden olabilecek bir tehlike olarak görülmelidir. Özellikle LGBT aktivistlerinin dünya çapında artan baskıları varken ve çarpık ilişkiler bu kadar göz önündeyken, kendi hatalarımızı da bunlara ekleyip çocukların bilinçli ve bilinç dışı akıllarını kirletecek lükse sahip olmadığımız kesindir.  Zira Üroloji Profesörü Zeki Bayraktar’ın da belirttiği gibi, “ebeveyn-çocuk ilişkisi ve bazı özgül aile dinamikleri özellikle yaşamın ilk 3 yılında çok önemlidir. Bu dönemdeki problemler Cinsel Kimlik Bozukluğu’na neden olur. Ebeveyn-çocuk ilişkisi, çocukluk çağındaki öğrenmeler, ilk ilişkiler ve özdeşimler, cinsel kimliğin gelişmesini önemli ölçüde etkileyen faktörlerdir. Ayrıca anne-babanın cinsiyet tercihleri, ailenin yetiştirme tarzı, kültürel etkenler ve gelenekler de cinsel kimlik ve cinsel rol gelişiminde önemli rol oynarlar.”[3]

İkinci tür davranış ise, karşı cinsten olan çocuğunu dudağından öpen anne-babaların tutumu. Onlar da çocuklarını cinsiyet açısından olmasa da yetişkin-çocuk ilişkileri açısından kafası karışık ve ileride pedofiliye karşı savunmasız bıraktıklarının farkında değiller maalesef.

Oysa çocuk dudaktan öpülmez! Bunu eskiden toplumumuzdaki her yetişkin bilirdi. Ayrıca sokakta öpüşülmeyeceğini çünkü çoluk çocuğun sokakta dolaştığını da kabul eder ve öyle davranırdı halkımız. Toplumsal bilgi dağarcığımızla ve kültürümüzle oynayanlar, bize neleri unutturacaklarını ya da neleri masum göstereceklerini çok iyi biliyorlar gerçekten. “Aman ne olacak, artık böyle işte, geri kafalı olmayın!” diyenler varsa şu gerçekleri bilmeleri gerekir:

Yuva kurmuş her yetişkinin anlayabileceği gibi, insanların cinsel uyarı alma açısından hassas olan bölgelerinden biri de dudaklardır. Dudak bölgesindeki gelişimin 5-6 yaşında tamamlandığı ve bu yaşlardan sonra dudaktan öpülmenin serotonin ve oksitosin hormonlarının salgılanmasına neden olduğu araştırılmıştır. Bu salgıların ise çocuğu “çılgına çevireceği” pedagoglar tarafından söylenmektedir.[4] Çocuğun vücudunda erken hormon düzeyi artışı, ergenliğe erken geçişte de rol oynayacaktır ki erken ergenlik günümüzde oranı artan bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.

Çok saf ve sevgi dolu niyetle yapılsa da, sonuçları açısından bakıldığında, çocuğu dudaktan öpmek “masum” bir davranış değildir. Çocuğunuzun karşısında yabancı bir yetişkinin bir çocuğu dudağından öptüğü bir film sahnesini açıp ona seyrettirmeyi nasıl masum bulmaz ve bundan tiksinirseniz, çocuğunuzun da buna meyletmesine engel olmak için onu dudağından öpmemelisiniz. “O başka, ben onun annesiyim” ya da “babasıyım.” diyorsanız, o filmdekilerin de çocukla aralarında ebeveyn ilişkisi olabileceğini, oysa çocuğunuzun bunu ayırt edemeyebileceğini tekrar düşünün…

Çocuğun Önünde Öpüşmek

Bir başka popüler ve yanlış davranış örneği geliyor şimdi:
Batı toplumlarının buna alışkın olduğunu biliyoruz; ancak “modern (!)” Türkiye’nin “modern (!)” insanları kadar “muhafazakar (!)” insanları da artık, çocuklarının gözleri önünde, eşleriyle dudaktan “ufacık” öpüşmenin doğal olduğunu düşünüyorlar. Maalesef bu şekilde yapılan şey çocuğun gözünde, dudaktan öpüşmeyi cinsel hayatın bir parçası olmaktan çıkarıp, gündelik hayatın bir parçası şekline sokmaktır. Aksi takdirde anne babalar bunu çocuğun gözü önünde yapmazdı; çünkü mezhebi ne kadar geniş olursa olsun, hiçbir ebeveyn, çocuklarının gözü önünde cinsel hayatını sergilemez. Sergileyenler varsa da psikolojik ve cinsel bozukluklar nedeniyle tedaviye muhtaç oldukları ve bu nedenle yazımızın kapsamına girmeyecekleri malumunuzdur.

Normal mi Günah mı?
Öpüşmenin anne babası tarafından gündelik hayatın içine sokulması, çocuğun da sevdiği karşı cinsten birisiyle öpüşülebileceğini düşünmesine yol açacaktır. Cinsel ilişki kapsamına girmediğini düşündüğü için bunun günah olabileceğine, hatta hatta “zinaya yaklaşma” kapsamına girebileceğine aklının yatması ise mümkün olamayacaktır. Toplumumuzda yetişkinlerin iffet tanımının bile ne kadar dar olduğunu maalesef biliyoruz. Oysa Allah, Kur’an-ı Kerimde “Zinaya yaklaşmayın!” (17:32) diyerek, ona giden bütün yolları kapatmayı emretmiştir.

Kimileri “evli insanlar bunu yapabilir, başkaları yapamaz”, “küçükler yapmaz büyükler yapabilir” gibi sözlerle çocuklarının kendilerini örnek almalarını durdurabileceklerini düşünebilir; ancak çocuklarımıza açtığımız bu günah kapılarının üzerinde, “YANLIŞ YOL” diye yazıyor bile olsa, onların çoğunlukla bizi örnek almaya devam edecekleri göz ardı edilmemelidir. Çocuklar evlilik nedir, cinsellik nedir, karşı cins kimdir, günah bunun neresindedir diye etraflıca düşünebilecek yaşa gelmeden onları bu kavramlarla tanıştırmamız, sonra da söylediğimiz şeyleri anladıklarını zannederek hata yapmalarına engel olmamız mümkün değildir.

Çocuklar, cinsel içerikli görüntü ve -dudaktan öpmek dahil- cinsel içerikli eylemlerden uzak tutulmazlarsa, gördüklerini ya da yaşadıklarını nasıl algılayabileceklerini ve bunlarla ileride neler yapabileceklerini asla bilemeyiz.

SEVGİMİZİ GÖSTERECEK BAŞKA YOLLAR VAR

Özetle, çocuğumuzun aklını kirletmeden, toplumsal değerlerimizi kaybetmeden, çocuğumuzun cinsiyeti ve kimliği hakkında kafasını karıştırmadan onları yetiştirirsek, bunlardan kaynaklı bir kimlik karmaşasının da önüne geçmiş oluruz.

Lütfen çocuklarımıza “aşkım”, “sevgilim”, “annem”, “babam” demeyelim!

Ebeveynlerin, eşlerin ve çocukların birbirlerine sevgilerini gösterme yollarının neler olması gerektiğini gözden geçirip çocukların önünde buna göre davranalım; çünkü Allah da bize bunu emreder:

“Ey inanıp güvenenler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşe karşı kendinizi ve ailenizi koruyun!” (Tahrim 66/6)

Yüzyıllardır evlatlarını bağırlarına basarken “Yavrum!” “Yavrucuğum!” “Kızım!”, “Oğlum!”, “Evladım!” diye okşayan anne babalar da elbette evlatlarını bizim kadar çok seviyorlardı. Kelimeler kullanmakla eskimez, varsın biraz da biz yıpratalım dudaklarımızı klasik kelimelerle…

A. Zeynep DÖNMEZ

____________________________________________________________

[1] https://www.academia.edu/38089293/T%C3%BCrk%C3%A7enin_Kullan%C4%B1m%C4%B1nda_Annecim_Hitab%C4%B1n%C4%B1n_Yeri

[2] Psikolog Nihal Akyıldız, Aile Danışmanı Fatma RAHİM, Prof. Dr. Acar Baltaş

[3] Prof. Dr. Zeki Bayraktar, İnterseks-Hermafrodit ve Eşcinsel, MOTTO, 2022, Sf. 68

[4] https://www.mamamagazine.nl/kinderen-mond-moet-kussen/