Kalp Vahiy İlişkisi

“Her şeyi iki eş olarak yarattık; belki bilginizi kullanırsınız” (Zariyat 51/49). Ve Yasin 36. Ayetten yola çıkarak evrende yaratılan her şeyin çift yaratıldığı anlaşılmaktadır.  Son teknolojik ve bilimsel gelişmeler de bize bu hakikati anlatır. İnsan bedeninde iki yönlü iletişim olduğu yapılan deneylerle kanıtlanmıştır.

Vahiy kavramı sözlükte “hızlı bir şekilde ve gizlice söylemek, işaret etmek, ilham etmek” anlamındaki vahiy (vahy) terim olarak “Allah’ın bir emri, bir hükmü veya bilgiyi Nebi aleyhisselam’a gizli olarak bildirmesi” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “vḥy” md.).[1] Kur’an’da geçen vahiy olgusunu anlamaya çalıştığımızda karşımıza “iletişim” çıkmaktadır. Ruh vahiy ilişkisini anlamamız açısından Kur’an’da nasıl geçtiğine bakmalıyız. “Kur’an’da ruh kelimesi, iki anlamda kullanılır. Birincisi Allah’tan gelen bilgi, ikincisi de insanlar ile cinlere yüklenen yetenektir. Bu yetenek onların, ulaşabildikleri bilgileri değerlendirmelerini ve imtihan edilebilir hale gelmelerini sağlar.”[2]

HeartMath Enstitüsü’ndeki bilim insanları, son 40 yıldır  “kalpten çıkan sinyallerin beyni nasıl etkilediği” üzerinde araştırmalar yaptılar. Kalp – Beyin iletişimi geleneksel olarak; kalbin beynin komutlarına uyuduğu ve cevaplar verdiği yani tek taraflı bir iletişim olduğu yönündeydi. Yapılan araştırmalar sonucunda kalp ve beyin arasındaki iletişimin aslında dinamik, devam eden “iki yönlü” bir diyalog olduğunu ve her organın sürekli olarak diğerinin işlevini etkilediği anlaşıldı. Araştırmalar, kalbin beyinle dört ana yolla iletişim kurduğunu göstermiştir: nörolojik (sinir sistemi), biyokimyasal (hormonlar)[3], biyofiziksel (nabız dalgası) ve enerjisel (elektromanyetik alanlar). “Kalp, vücutta üretilen en geniş elektromanyetik alanı oluşturur”.[4] Kalpten beyne iletişim bu kanallar boyunca, beynin aktivitesini önemli yönde etkiler.  Ayrıca yapılan araştırmalarda kalbin beyne gönderdiği mesajların, insanın performansını etkileyebileceğini gösterdi. [5]  Bu sebeplerden dolayı kalp – beyin dengesini çok iyi okumamız gerekmektedir. Hem beyinde hem kalpte salgılanan oksitosin, endorfin, serotonin hormonları “insanı sosyal bir varlık yapan ve mutlu olmasını sağlayan, ödül ve motivasyon dengesini sağlayan hormonlardır. Biz farkında olmasak da bu hormonlar her an vücudumuzda salgılanmaktadır. Ancak bilimsel araştırmalarla bu hakikati görebiliyoruz “Onlara, çevrelerinde ve kendi bedenlerinde olan âyetlerimizi göstereceğiz, sonunda onun (Kur’ân’ın) tümüyle doğru olduğu, onlar açısından iyice ortaya çıksın. Sahibinin her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussilet 41/53)

Alak Suresinin 2.  ve Rum Suresi 21. ayeti bilimsel anlamda anlamamız açısından oksitosin hormonuna bakalım:

“Alak” kavramının kök anlamı, bir şeyin üstteki şeyle ilişkilendirilmesidir. Döllendikten sonra rahim cidarına yapışan yumurta, arzu, düşmanlık, ilgi ve alaka gibi birçok anlamda da kullanılır. Alak kavramının anlamlarından biri olan ve içinde sevgi, ilgi, alakayla ve düşmanlık duygularıyla yakından ilgili olan ve güvenli ve güvensiz bağlanmada oksitosin hormonunun önemi büyüktür.”[6]  “Alak” kavramı insanın ilk yaradılışını anlatan en önemli kavramlardan birisidir. Sadece beyinde salgılandığı düşünülen oksitosin hormonunun kalpte de salgılandığını artık biliyoruz. Bu sayede anne ile bebek arasında kurulan ilk bağ rahimde gerçekleşmektedir.

Rahimde gelişimini sürdüren kalp 6. Haftadan itibaren atmaya başlar. Salgılanan Oksitosin hormonu sayesinde de anne ile bebek arasında kalpten kalbe bağ bir oluşur. Bebeğin rahimde anneyle kurduğu bu bağ, doğduktan sonra da devam etmektedir. Tüm ihtiyaçları yerinde ve zamanında karşılanan bebek kendisini güvende hissedecek mutlu ve huzurlu olacaktır. İhtiyaçları yeterince karşılanmayan ve stresli bir ortamda yetişen bebek tabi ki yetiştiği ortamdan olumsuz etkilenecektir. 0-6 yaş çocuğun gelişimi için çok önemli bir evredir.

Rum 21. Ayeti üzerinden oksitosin hormonu üzerinden okumuya devam edelim:

Eşler birbirlerine sarıldıkları zaman, birbirleriyle muhabbet ettiklerinde ve empatik olduklarında aralarında “sekinet”, “meveddet”, “merhamet” oluşacak; dolayısıyla karşılıklı oksitosin hormonu salgılayacakları için birbirlerini seven, güven duyan, sadakat gösteren, empatik eşler olacaklardır. Öncelikle Cenab-ı Allah’a gönüllü bağlanan çiftler zaten hayırda birbirleriyle yarışacakları için sağlıklı bir aile olacaklardır. Sağlıklı ailelerden sağlıklı bireyler, sağlıklı bireylerden de sağlıklı toplumlar oluşacaktır. Dolayısıyla Din-bilim dengesini kurmak adına çalışmalar yapılmalıdır. Hangi konuyu araştırmak istersek Kur’an’da o konuyla alakalı konu bütünlüğü sağlandığında, ayetlerde geçen kavramlar bize konuyla alakalı bir kavram haritası sunacaktır.

Çoğumuza okullarda kalbin sürekli beyin tarafından nöral sinyaller gönderilerek “emirlere” yanıt verdiği öğretildi. Oysa kalbin beyne, beynin kalbe gönderdiğinden daha fazla sinyal gönderdiği anlaşıldı. Bu sinyaller duygu, hafıza, algı, problem çözme gibi yüksek bilişsel faktörleri etkilemektedir. Kalbin, beyne bağlı sempatik ve parasempatik sinir sisteminden bağımsız sinir sisteminin olduğu kanıtlandı.[7] Öfke, korku, üzüntü, keder, kaygı, sevgi, mutluluk, neşe, şükür, sakinlik gibi duygu durumlarının kalple ilgili olduğuyla ilgili birçok çalışma yapıldı. Beyin görüntüleme cihazları bize korktuğumuzda ve öfkelendiğimizde beyinde bulunan amigdala’nın aktif hale geldiğini göstermektedir. Oysa biz Kur’an’daki ayetlere baktığımızda durum farklılaşmaktadır. Ayetlerde “korku” sürekli kalple bağlantılı bir şekilde geçmektedir. “Çok yakında gelecek olan o gün konusunda onları uyar. O, yüreklerin ağza geleceği, boğazların düğümleneceği gündür. Yanlış yapanların ne bir can yoldaşı olacak ne de sözü dinlenecek bir şefaatçısı (Mümin 40/18).

Kur’an-ı Kerim’de geçen öfke ayetlerini de taradığımızda öfkenin üzüntü, kin ve kızgınlıkla beraber farklı öfke durumlarını bildiren kavramlarla beraber geçtiğini görürüz. Örneğin “gazap” ve “gayz” kavramları gibi öfkeyi betimleyen kavramların, kavramsal tanımlarına baktığımızda,  öfke merkezinin de kalp olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.[8] Panik duygusu yaşamış olan herkes bunu o an kalbinde hissettiğini çok iyi bilir. Öfkeyi barındıran “g-d-b” kavramı müfredatta intikam arzusuyla kalp kanının kabarmasıdır/sıçramasıdır. Bunun için nebi aleyhisselam şöyle buyurmuştur: Öfkeden kaçının; çünkü o, Âdemoğlunun kalbinde yanan bir kordur. Şahdamarının şiştiğini ve gözlerinin kızardığını görmez misin?[9] Aynı ifadeler “gayz” kavramı içinde geçerlidir. Sonuç olarak anlaşılacağı üzere kavram haritaları oluşturmak için, Kur’an’da geçen kavramsal içerikler çok önemlidir. Bu durum Kur’an’a dayalı bir bilim oluşturmamızı ve araştırmamızı sağlayacaktır.

Araştırmalar, öfkeye neden olan hatırayla ilgili geçmiş bir durumu, bilişsel olarak hatırlamak gibi tamamen zihinsel bir faaliyetin, fiilen o an yaşamak kadar derin bir etki yaratmadığını gösterdi. Başka bir deyişle hafızanın kışkırttığı öfke duygusunu yeniden yaşamak, onu düşünmekten daha büyük bir etkiye sahiptir.[10]

Ayetlerden yola çıkarak insan ve iletişimi anlamaya devam edelim:

Ayetler bize insanla hem yatay ve dikey düzlemde, çift yolla iletişim kurulabileceğini de göstermektedir. Allah’ın Cebrail aracılığıyla son Nebisi Hz Muhammed’e vahetmesi dikey / yukarıdan aşağıya (inzal, tenzil) yolla iletişime geçmesidir. Cin suresinde vahyin nasıl indirildiği açıklanmaktadır. “Bütün gizli bilgileri (gaybı) bilen O’dur. O, gaybını kimseye açmaz; uygun bulduğu bir elçi olursa başka. Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker.  Bunu yapar ki o elçi, Rabbi tarafından gönderilenleri, meleklerin ona tam olarak ulaştırdığını, getirdiklerinin hepsini aldığını ve her şeyi tek tek kavradığını bilsin”  (Cin 72 /26-28).

“Kur’an Rabbin katından hak olarak indirilmiştir.” (Enam 6/114)

“Bu Kur’an Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilmedir.” (Şura 41/2)

“Şüphesiz Kur’an âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. (Şuara 26/192)

Vahyin Nebimiz Hz. Muhammed’in kalbine indirildiğini biliyoruz.

“De ki: kim Cebrail’e düşmansa iyi bilsin ki; Cebrail Allah’ın izniyle; evvelce inen kitapların doğruluğunu bildiren, inananlara doğru yolu gösteren bir müjdeci olan Kur’ân’ı senin kalbine indirmiştir.” (Bakara 2/97) [11]

Cin suresinden yola çıkarak diyebiliriz ki; Rabbimiz vahiy kanalını hazırlamak için melekler ordusuyla yukarıdan aşağıya doğru özel bir iletişim kanalı oluşturmaktadır. Bu kanal, yaşadığımız ortamdaki madde, havadaki gaz ya da havada yayılan ses dalgalarıyla (radyo dalgaları gibi ) frekans ve rezonansa geçmez. Ses, maddelerin titreşmesi sonucu oluşan bir enerji türüdür. Havada yayılan ses dalgalarını yani titreşimleri algılamak için ya bir alıcıya ya da insanlardaki gibi işitme organlarına ihtiyaç vardır. Rabb’in, melekler ve Nebiler aracılığıyla iletişime geçtiği “vahy” sayesinde başka sözlerin, indirilen vahye karışması engellendiği anlaşılmaktadır. Bu sebeplerden ötürü kendilerine vahiy indirildiğini söyleyen din adamları ayetlerle kınanmaktadır:

“Elleriyle kitap yazan, sonra onunla geçici bir çıkar sağlamak için “Bu Allah katındandır!” diyenlerin çekeceği var. Hem yazdıklarından dolayı çekecekleri var hem de kazandıklarından dolayı çekecekleri var!” (Bakara 2/79), “Bir yalanı Allah’a mâl edenden veya kendisine bir şey vahiy edilmediği halde “Bana vahyedildi” diyenden ya da “Allah’ın indirdiği gibisini ben de indireceğim” diyen kişiden daha büyük yanlış yapan kişi kimdir? Ölümün bütün etkileri ortaya çıktığında yanlışlar içindeki kimseleri bir görsen! Melekler ellerini uzatıp şöyle derler: “Çıkarın ruhlarınızı!” Bugün, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylemiş olmanız ve büyüklük taslayarak ayetlerinden uzaklaşmanız sebebiyle alçaltıcı bir azap ile karşılanacaksınız” (En’am 6/93) ayrıca indirilen kitap hakkında bilgisi olan “Ehlikitaptan birtakımı kitaptan okuyormuş gibi dillerini eğip bükerler ki okuduklarını kitaptan sanasınız. Ama kitaptan değildir. “O Allah katındandır.” derler; ama Allah katından değildir. Allah’a karşı bile bile yalan söylerler.” (Al-i İmran 3/79)

Çoğu Müslüman bilim insanı günümüzde beyin temelli bir bilim anlayışına sahiptir. “Beynin üstünlüğünü savunan bir bakış açısıyla yazılan kitaba göre  “Beyin Tanrısal Bir Parçacıktır.” Yazara göre “beyin deyince akla felsefe, felsefe deyince akla beyin geliyor.” İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliğinin ise serebral korteks olduğu, duyguların yönetiminin limbik sistem tarafından yapıldığı yönünde[12] Oysa insanı diğer canlılardan ayıran özellik Ruh’tur ve bu Ruh’la insana kazandırılan yetilerdir.

Evrenin elektrik ağları gibi ağlarla birbirine bağlı (elektronlar) olduğu varsayılan  “Kuantum evren teorisi” de insan beyni modellenerek oluşturuldu.  Bu teoride evren bir bütün halinde tıpkı elektrik ağlarıyla çevrili bir enerji okyanusuna benzetilir. Bu enerji okyanusunda enerji sadece hal değiştirir. Kuantum bilinç üzerine kafa yoran uzmanlar, bu enerji okyanusunda nasıl oluyor da enerji ağlarıyla çevrili evrende, evrensel bilinç kendi kendisini programlayabiliyor? İnsan beyni için şunu da merak ediyorlar “beynimize paralel bir bilinç mi var beyne amaç yüklüyor?” Çünkü evren veya beynimiz kendi kendine amaç belirleyemiyor. Bunun için dışarıdan müdahale gerekiyor. Beynimiz gerçekle, hayali ayırt edemez. Sanal gerçekliğe yelken açan bilim dünyası vahye kulakların kapatırsa kalpsiz, ruhsuz bir alanla karşı karşıya kalır. İnsanlar da sanal gözlüklerle, sanal cennetler satın alır. Teknoloji de tıpkı “endüljans kağıtları” gibi sanal gerçeklik pazarlar!

Teknolojinin gelişmesiyle girdiğimiz dijital çağda “Yapay sinir ağları biyolojik sinir ağlarının yapısına benzetilerek elde edilmiştir.”[13] Bilgisayarlar da tıpkı insan beynindeki nöron ağları gibi (elektrik ağlarıyla) birbirlerine bilgiyi aktarırlar. Algoritmalar oluştururlar. Bilgisayar programcıları bilirler ki bir bilgisayar, kendi kendisini programlayamaz, dışarıdan müdahaleyle ihtiyaç vardır. Bilgisayara yeni bir dosya/program yüklerseniz ancak, program aktif hale gelir. Bilgisayarlar kendilerinde olmayan bir şeyi üretemezler. Tıpkı Vahiy alan arılar gibi sadece onlara yüklenilen programı yaparlar.[14] Yani yaradılışlarından beri hep aynı şeyi yaparlar. Rabbimiz, mekanik bir yapıda yere, göğe, balarısına vd. birçok nesneye emirlerini vahyederek, görevlerini yüklemiştir. Örneğin bal arısı ne yapacağını bilir. Son saate kadar ay, güneş belli bir ölçüye göre hareket ederler.

Yaratılan canlılar içerisinde özgür irade bahşedilen insan, mekanik bir yapıda değildir. Amaçları doğrultusunda sadece insan, kendi kendisini programlayabilir ve hedefine ulaşacak eylemlerini planlayabilir. Sadece insan, kendi düşünceleri üzerine düşünebilir, yeni kararlar alabilir ve uygulayabilir. Kararları da sürekli değişkenlik gösterebilir. İnsan sadece dünyevi amaçlar belirlediği gibi dünya-ahiret dengesi kurabilmesi için de amaçlar belirler.

İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?

Kıyame suresi 36. Ayette geçen bu soru bizi düşündürmelidir. Bizi yaratan, bizi başıboş bırakmadığına göre, “neden dünyada bu gerçeğe inanan insan sayısı çok az?” İnsanın çıkarları vahiyle çakışınca kendi heva hevesine uymayı tercih etmektedir. İnsan kulaklarını ve kalbini vahye kapattığında zaten tek dünyalı olmaktadır.

Hayatın anlamı nedir?

Sorusuna cevaplar arayan düşünürler, sürekli bir anlam aradılar. Bizi başıboş bırakmayan Rabbimiz, yaşantımıza anlamlılık ve amaçlılık kazandırmak için Elçileriyle, düşünsek bile bulamayacağımız, anlayamayacağımız konular hakkında bilgiler vererek; yaşantımıza bir anlamlılık ve amaçlılık kazandırmaktadır. Yoksa bir yaprak gibi savrulup giderdik. Dünya ahiret dengesini kuramaz, ölümden sonraki yaşam hakkında da bilgi sahibi olamazdık. Çağlar boyu vahye kulaklarını tıkayan insanlar kendi kafalarına göre ölüm ötesini anlamlandırmaya çalıştılar. Kendi kurgularına göre cennet, cehennem, ahiret, kurtarıcı anlayışı belirlediler.

Allah, kullarına karşı latîftir (işlerini derinden derine yapar / en ince detayına kadar düzenler). O, tercihini doğru yapanı rızıklandırır. Daima güçlü ve üstün olan O’dur. Kim ahiret için yatırım yapmak isterse onun yatırımına katkıda bulunuruz.” (Şura 42/19)

“Kim de dünya için yatırım yapmak isterse, ona da onun gelirinden veririz ama onun ahirette alacağı bir şey kalmaz. Yoksa bu dinde onlar için, Allah’ın onaylamadığı kurallar koyan ortakları mı var?” (Şura 42/20)

“Eğer hesabın mahşere bırakıldığı sözü olmasaydı hemen yargılanırlardı. Yanlış yapanlar için acıklı bir azap vardır.” (Şura 42/21)

Bakara 201. ve 202. Ayetlerde de “Rabbimiz! Bize ne vereceksen, bu dünyada ver!” diyenlerin ahirete yatırım yapmadıkları için nasipleri yoktur. “Rabbimiz! Bize bu dünyada güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Bizi o ateşin azabından koru!” diyenler, bu dünyadan da nasip istiyorlar ahiretten de. Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak, yaptıkları salih amellerde de sadece “Allah’ın rızasını” gözetirler.

Kur’an-ı Kerim’de vahiy türlerinin iki kısma ayrıldığını görürüz.

Biri, sadece Cenab-ı Hakka istinat edilen vahiy “Allah bir insanla, vahiy (ilham) veya perde arkasından yahut bir elçi gönderip gerekli gördüklerini izniyle ona vahyetmesi dışında bir yolla konuşmaz. O, yücedir, doğru karar verir. (Şura 42/51)

Diğeri, dünyamızda ve yatay düzlemde gerçekleşen tüm iletişim çeşitleri ve şeytanlaşan cin ve insanların vesvese vermesi yoluyla insanlara vahyetmesidir.

Onları kesinlikle saptıracağım, kesinlikle beklentilere sokacağım. Onlara mutlaka emredeceğim, en’âm’ın kulaklarını yaracaklar. Mutlaka emredeceğim, Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” (Ey insanlar!) Sizden kim şeytanı, kendine Allah’tan daha yakın sayarsa apaçık bir hüsrana uğramış olur”. (Nisa 4/119)

İnsanlar birbirlerini aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler söyleyerek, bir birlerini küfre sevk edip, Allah’a şirk koşturabilirler. Televizyon ve internet gibi iletişim araçlarıyla ahlakı bozup kötülüğün yayılmasına vesile olurlar. Kısaca ses dalgalarıyla (radyo dalgaları gibi), düşünce gücüyle (telekinezi gibi) ve Nas suresinde geçtiği gibi insana vesvese verip vahyedebilirler. Tıpkı ayette de geçtiği gibi  “…Şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmelerini fısıldarlar. Onlara, gönüllü olarak boyun eğerseniz kesinlikle siz de müşrik olursunuz.” (En’am 6/121)

“İşte böyle. Her nebiye, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Şeytanlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Tercihi (onlara bırakmasa da) Rabbin yapsa bunu yapamazlar. Sen onları iftiralarıyla baş başa bırak.” (En’am 6/112)

“Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Fakat Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Hac 22/52)

“O sözü söyleyen şeytan, sadece kendi yandaşlarını korkutur. İnanıp güveniyorsanız onlardan korkmayın, benden korkun.” (Al-i İmran 3/175)

Tarhan, Risale Nurdan örnek vererek “Hüve Nüktesi bölümünde havanın dalgalanmasıyla hareket ortaya çıkıyor deniliyor. Yani Üstad Allah’la bağlantı kurabilirsiniz diyor. O bağlantı nasıl kurulacak? Havada birçok zerre; atom altı parçacıkları, elektronlar ve fotonlar var. Bu parçacıklar sesin yayılmasını sağlıyor. Havanın %80’e yakını azot, %20’si oksijen, çok az bir kısmı da argondan oluşuyor. Azot toprak, insan vücudu gibi birçok farklı maddede bulunuyor. Azot havada serbest bir şekilde dolaşırken bir anda mesela şu odada onlarca televizyon kanalı, radyo frekansı uçuşuyor. “Hû” dediğimiz zaman ağzımızdan çıkan ses bu sayede naklediliyor. Onun dışında aynı anda o ses ışığı, renkleri, radyo frekansını, mikrodalgaları naklediyor. Burada karbondioksit, oksijen, azot olmadığı zaman nakil olmuyor. Havadaki atomcuklar hem enerji hem görüntü ve sesi nakledilebiliyor.” Demektedir.[15] Hem Tarhan hem Said-i Nursi Allah’ın bize şah damarından daha yakın olduğunu gözden kaçırmaktalar. “İnsanı biz yarattık; içinden neler geçtiğini biliriz. Biz ona sinir uçlarından da yakınız.” (Kaf 50/ 16). Ağzımızdan çıkan kelimeleri yazan yazıcılar ise Kaf 18. Ayette ve “Üzerinizde koruyucular, değerli yazıcılar vardır. Onlar yaptığınız her şeyi bilirler.” (İnfitâr 82/10-12)’de geçmektedir.

Dünyamızda havada bulunan karbon, oksijen, ve azot gibi elementler hem nefes alabilmemiz hem de sesin yayılması için olmazsa olmaz elementlerdir. Uzayda bizim atmosferimizdeki gibi hava ortamı yoktur. Anlaşılan o ki; arz ve sema bir birinden ayrıldıktan sonra,[16] yerin tavanla korunması (kubbe gibi dünyamızı sarması) farklı iki yapının, frekans alanlarının olması anlamına gelmektedir. Bu kubbe bizi uzayın havasız ortamından, zehirli gazlarından, enerji patlamalarından, meteor yağmurlarından, şimdilik bizim görüp göremeyeceğimiz birçok oluşumdan korumaktadır. Ayrıca bu tavan; dünyamızda yayılan radyo (ses) dalgalarından, her tür negatif enerjiden etkilenmez. Kısaca yatay düzlemde var olan her tür negatif enerji, radyo dalgası dahi uzayda her hangi bir düzensizlik oluşturamaz.[17] Ancak “Kim güç ve şeref isterse bilsin ki bütün güç ve şeref, Allah’ın elindedir. Güzel söz ona yükselir. O sözü de iyi iş yükseltir. Kötü plan kuranlar için çetin bir azap vardır. Onların planları boşa çıkacaktır.” (Fatır 35/10)

Rabbin rehberliği olmasaydı doğru yolu bulamazdık. Kısaca diyebiliriz ki;

Sırat-ı Müstakim / doğru yol üzere inen ayetler, insanı karanlıklardan aydınlığa, doğruya, güzele, başarıya ulaşması ve ahlaklı bir şekilde yaşaması için vardırlar. Diyebiliriz ki hidayet rehberi olmadan insanda bulunan beyin, insanı tek başına karanlıktan aydınlığa, doğruya, güzele, ahlaklı bir şekilde başarıya ulaştırması için yetmemektedir. Bilim insanları uzun yıllar sadece beyne ve beynin işlevlerine odaklandığı için kalpsiz, duygusuz, merhametsiz bilim insanları, keşiflerini insanlığı yok edebilmek için kullandılar. Kullanmaya da devam ediyorlar. Unutmayalım bilgi sınavı vermiyoruz. Bilip, öğrenmelerimizle ettiğimiz eylemlerimizden / amellerimizden hesaba çekileceğiz.[18] Kalbe inen vahiyle birlikte bize, ruh / bilgi, zikir/hatırlatma, nur, kalplere şifa, hikmet, hidayet, furkan, ilim, rahmet, haber, müjde, uyarı vd. birçok ikram inmektedir.

“Bunlar Kur’an’ı bağlantılarıyla birlikte ele almayacaklar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed 47/24)

Cenab-ı Hakk’ın hiçbir ortağı yoktur. Seçtiği Nebilere vahyini inzal eder. Nebilerin bu inişte hiçbir tercih hakları yoktur. Vahyi olduğu gibi tebliğ etmek zorundadırlar. “Yoksa bu dinde onlar için, Allah’ın onaylamadığı kurallar koyan ortakları mı var? Eğer hesabın mahşere bırakıldığı sözü olmasaydı hemen yargılanırlardı. Yanlış yapanlar için acıklı bir azap vardır.”(Şura 42/21), Zuhruf 43 ve devamındaki ayetler hem Nebi hem de inananlar için bir manifesto niteliğindedir “Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Çünkü sen doğru yoldasın. Kur’an, hem senin için, hem de halkın için doğru bilgidir. Yakında bu konuda sorguya çekileceksiniz, …”

“Yanlış yolda olanların yaptıklarından dolayı korktuklarını görürsün. Korktukları başlarına gelecektir. İnanıp güvenen ve iyi işler yapmış olanlar ise cennette subaşlarında olacaklardır. Beğendikleri her şey Sahiplerinin katında onlar içindir. Bu, büyük bir ikramdır.” (Şura 42/22)

Allah’ın inanıp güvenen ve iyi işler yapan kullarını sevindireceği şey işte budur. De ki “Sizden bir karşılık beklemiyorum. Benim beklediğim sadece, Allah’a yaklaştıracak şeylere ilgi duymanızdır.” Kim güzel bir iş yaparsa ona güzellik ekleriz. Çünkü Allah çok bağışlar ve üzerine düşeni eksiksiz yapar. (Şura 42/23)

“Yoksa “Bir yalanı Allah’a mal etti” mi diyorlar? Tercihi Allah yapsa senin kalbindekilerin doğruluğunu onaylayıp sabitler[19], batılı tümüyle yok eder, sözleriyle doğruları gerçekleştirir (ve hepinizi Müslüman yapardı). Çünkü O, içinizde olanı bilir.”(Şura 42/24)

Allah’ın kelimelerinin yerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. Doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. Kitapta hiçbir şey eksik bırakılmamış; İnsan ve cin şeytanları bir araya gelseler ve birbirlerine destek olsalar da benzerini ortaya koyamazlar.[20]

İnananlar olarak Kafir, Zalim, Fasık, Münafık[21] ve Bedevilere benzememek için:

“Çöl Arapları: “İnandık” dediler. De ki “Henüz inanıp güvenmediniz. Ama siz “Teslim olduk” deyin. Çünkü inancınız henüz kalbinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine içten boyun eğerseniz işlerinizin değeri azalmaz. Çünkü Allah bağışlar, ikramı boldur.” (Hucurat 49/14)

Sonuç olarak: Nebimizin kalbine inen vahyi duyduğumuzda “işittik ve itaat ettik” dedikten ve kalple tasdik ettikten sonra; Kur’an’ı, evreni ve insanı bütüncül bir şekilde okumamız gerekir. Doğru bağlantıları kurup / akledebilelim![22]

“Rabbinin adıyla (varlıkları) oku, yaratan O’dur!” (Alak 96/1)

“Rabbinin sana vahyedilen Kitabını bağlantılarıyla birlikte oku. O’nun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur. O’ndan başka sığınılacak birini de bulamazsın.” (Kehf 18/27)

 

Mürüvvet ÇALIŞKAN

_____________________________________________________________________________

[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/vahiy. Erişim Tarihi: 02.01.2022

[2] BAYINDIR, Abdülaziz, https://www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/ruh-allahtan-gelen-bilgi-ve-bilgiyi-degerlendirme-yetenegi.html, Erişim Tarihi: 02.01.2022

[3] Hormon bezi olarak kalp, yoğun nörolojik etkileşimlerinin yanı sıra ürettiği hormonlar aracılığıyla beyin ve vücut ile biyokimyasal olarak da iletişim kurar. Tipik olarak bir endokrin bezi olarak düşünülmese de, kalp aslında bir bütün olarak vücut üzerinde geniş kapsamlı etkileri olan bir dizi hormon ve nörotransmitter üretir ve salgılar.1983 yılında, kalbin kulakçıkları tarafından üretilen ve salgılanan yeni bir hormon keşfedildiğinde, kalp hormonal sistemin bir parçası olarak yeniden sınıflandırıldı. Bu hormon birkaç farklı adla anılmıştır – atriyal natriüretik faktör (ANF), atriyal natriüretik peptit (ANP) ve atriyal peptit. Takma adı denge hormonu olup, sıvı ve elektrolit dengesinde önemli bir rol oynar ve beyindeki kan damarları, böbrekler, böbrek üstü bezleri ve birçok düzenleyici merkezin düzenlenmesine yardımcı olur. Artan atriyal peptit, stres hormonlarının salınımını engeller, sempatik çıkışı azaltır ve bağışıklık sistemi ile etkileşime giriyor gibi görünmektedir. Daha da ilgi çekici olan deneyler, atriyal peptidin motivasyonu ve davranışı etkileyebileceğini düşündürmektedir.

Daha sonra, kalbin, bir zamanlar sadece beyindeki nöronlar ve ganglionlar tarafından üretildiği düşünülen nörotransmiterler olan katekolaminleri (norepinefrin, epinefrin ve dopamin) sentezleyen ve salan hücreler içerdiği keşfedildi. Daha yakın zamanlarda, kalbin aynı zamanda bir nörotransmitter olarak hareket edebilen ve genellikle aşk veya sosyal bağlanma hormonu olarak adlandırılan oksitosini de ürettiği ve salgıladığı keşfedildi. Doğum ve emzirmedeki iyi bilinen işlevlerinin ötesinde, oksitosinin biliş, hoşgörü, güven ve dostluk ve kalıcı çift bağların kurulmasında da yer aldığı gösterilmiştir. Dikkat çekici bir şekilde, kalpte üretilen oksitosin konsantrasyonları, kalpte üretilenlerle aynı aralıktadır.

[4] https://www.uplifers.com/kalple-ilgili-bilinmeyenler-kalbin-sezgisel-zekasi/ Erişim Tarihi: 02.01.2022

[5] https://www.heartmath.org/science, Erişim Tarihi: 02.01.2022

[6] ÇALIŞKAN, Mürüvvet, https://www.cerideiilmiyye.org/hormonal-iliskiler-ve-sevgi/, Erişim Tarihi: 11.01.2022

[7] https://www.heartmath.org/research/science-of-the-heart/heart-brain-communication/, Erişim Tarihi: 02.01.2022

[8] ÇALIŞKAN, Mürüvvet, http://www.iktibascizgisi.com/kurandan-yola-cikarak-ofke-kontrolunun-onemi/, Erişim Tarihi: 05.01.2022

[9] RagıpEl- Isfahani, (2010), Müfredat / Kur’an Kavramları Sözlüğü, “G-d.b” Kavramı, Mütercimler: Prof. Dr. Abdülbaki Güneş, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yolcu, Çıra Yayınları, İstanbul.

[10] https://www.heartmath.org/research/science-of-the-heart/resilience-stress-and-emotions/04.01.022

[11] Ayrıca Bknz: Şuara 26/193.194, Tekvir 81/19-21

[12] ÇALIŞKAN, Mürüvvet, https://www.cerideiilmiyye.org/akleden-kalp-ile-tasdik/, Erişim Tarihi. 05.01.2022

[13] ÖZTÜRK, Kadir, ŞAHİN, Ergin Şahin, (2018), “Yapay Sinir Ağları ve Yapay Zekaya Genel Bakış”, Recep Tayip Erdoğan Üniversitesi, Takvim-i Vekai, Cilt: 6, No: 2 Sayfa: 25-36

[14] “Rabbin bal arısına şunu vahyetmiştir: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptığı kovanlardan kendine evler edin” Nahl 16/68

[15] TARHAN, Nevzat, https://www.nevzattarhan.com/prof-dr-tarhan-evrende-bir-seyin-her-seye-her-seyin-bir-seye-baglantisalligi-var.html, Erişim Tarihi: 12.01.2022

[16] Bknz. Enbiya 21/3-33, Fussilet 41/12

[17] Bknz. Mülk Suresinin ilk ayetleri

[18] “Ölümü ve hayatı yaratan odur. Bunlar; hanginiz daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir. O güçlüdür, bağışlayıcıdır.” (Mülk 67/2)

[19] Yahtim ala kalbik = ifadesi “kalbine mühür vurur” anlamındadır. Mühür, ya kapıyı mühürlemek gibi içeriye bir şeyin girmesini engellemek için ya da bir belgeyi mühürlemek gibi içinde olanı onaylamak için vurulur. Bakara 6. Âyet ve benzeri âyetlerde göre birinci anlamda, bu âyette ise ikinci anlamdadır. (Bkz. Müfredat)

[20] Bknz: En’am 6/ 38,115; İsra 17/88

[21] Bknz: Nisa 4/46

[22]  Akıl; Kur’an’da isim olarak geçmez, fiil olarak bir şeyi bir şeye bağlamak anlamındadır, doğru bağlantıları kurmak anlamındadır. Türkçemizdeki gibi sadece beyinle alakalı bir kavram değildir.