ŞÜPHELER HUZURSUZLUK KAYNAĞIDIR

Şüphe ile hareket etmek, bir mizaç hastalığıdır. Özellikle kendinden emin olmayan kimselerde meydana gelir. Fiziki yönden görünen herhangi bir belirtisi olmadığı için, insanı içten kemirir ve ruhi melekeleri etkisiz hale getirir.

Gelip geçici olan şüpheler pek önemli sayılmaz. Ama kalıcı olan şüpheler, musallat olduğu kişiye zarar verebilir.

Çevresinde meydana gelen olaylar hususunda şüphe eden kişiler, bu halleriyle hem kendileri, hem de etrafında bulunan kişileri rahatsız ederler. Bu davranışların hepsinde de kişinin stresli bir duruma düştüğü kendini gösterir. Şüpheler büyüdükçe ona paralel olarak huzursuzluklar da artar.

İman yönünden şüphe son derece önemlidir. Çünkü bir kimsenin mümin olması için, iman esaslarını şüphesiz bir şekilde kabul etmesi gerekir. Zira ayet-i kerimede:

 “Gerçek olan Rabbinden gelendir. O halde, kuşkulananlardan olma!” buyrulmuştur.[1]

Allah’a (c.c.) şeksiz şüphesiz imanı olan kişi, aynı zamanda onun uğruna her şeyini feda etmeye de hazır olan kimse demektir. Ama imanında şüphe eden kişi, onun uğruna her şeyini feda edemez. Zira şüphe kişinin yaptırım gücünü ya zayıflatır yahut da ortadan kaldırır. Bunun her ikisi de tehlikelidir. Çünkü imanda şüphe, hiç yok gibidir.

Ayet-i kerimenin muhatabı Muhammed (sav)’dır. Hâlbuki Nebi-Resulümüz hiçbir zaman şüpheye düşmüş değildir. Mesela:

O hicreti esnasında, canına kast eden müşrikler mağaranın kapısına geldiğinde, Hz Ebubekir, Ya Resulullah bizi görecekler dediği zaman, “Korkma! Allah bizimle beraberdir” demek suretiyle, hem şüpheye düşmediğini açıklamış, hem de arkadaşını teselli etmiştir.

Uhud savaşında ordu bozguna uğradığı zaman, o düşmana hücum etmiş asla şüpheye düşmemiştir.

Buradaki hitap Nebi-Resul’ün şahsında Müslümanları hedef almaktadır. Çünkü hak olan şey yalnızca Allah’tan gelendir, başkasından değil. Bu da O’nun en son kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de ifadesini bulmuştur. Buradaki esas muhatap, ümmet içerisinde bulunup, iman kalbine iyice yerleşmemiş kimselerdir. Bu emir, güçlü bir telkini ve sert bir tembihi dile getirmektedir. Zira Muhammed (sav) zamanında, Yahudi kandırmalarından etkilenen Müslümanlar olduğu gibi O’ndan sonraki devirlerde yaşayan Müslümanlar arasında da Gayr-ı Müslimlerin asılsız iftiralarından etkilenen Müslümanlar olacaktır.

Bugün herkesten çok bizim bu uyarıya kulak vermemiz gerekmektedir. Çünkü bugün Yahudi, Hıristiyan veya İslâm düşmanlarından dinimizin meseleleri hakkında fetva soran ve onların söylediklerine inanan zavallı Müslümanlar, aramızda dolaşmaktadır. Onlar, İslam hukukunun tespit ettiği konulara sokuşturulan sinsi şüphelere de maalesef kulak vermektedirler. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim, Müslümanları, Yahudi ve Hıristiyanların sözlerine inanmamaya, onların düzmeceleri ile oyalanmamaya davet etmektedir. Yani Kur’an’ın gösterdiği has yoldan geriye dönmemeyi ve hayırlı işlerde yarışmayı telkin etmektedir.

Bu durumu anlatan bir ayet-i kerime şöyledir:

“Gerçek müminler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte iman sözlerinde doğru olanlar onlardır.” [2]

İman; Allah’ı ve O’nun Resulünü, hiçbir şüphe ve kuşku karıştırmadan, sarsılmayan, kararsızlık kabul etmeyen, kalbin ve hislerin tereddüt etmediği, sağlam, değişmez ve güven verici bir şekilde doğrulamaktır. İşte bu iman, mal ve can ile Allah yolunda cihadın kaynaklandığı bir imandır. Kişi kalbi ile bu imanın lezzetini tattığı zaman, Allah yolunda malı ve canı ile cihat etmekten asla çekinmeyecektir. İşte böyle müminler, inançlarında sadık olanların ta kendileridir. Bu duygular kalpte yer etmediği takdirde, iman gerçekleşmiş sayılmaz.

Bir mümin yaşantısı içerisinde, kendisini sarsan musibetlerle karşılaşabilir.  Böyle engeller karşısında kararlı olup, sarsılmayan ve yüce Allah’a güvenip şüpheye düşmeyen, Rabbi ile dosdoğru olan bağlarını koparmayan kimse, imanına şüphe karıştırmamış olacaktır.

Yani ayet, müminlerin yürümekte olduğu yolun kaygan, yolculuğunda tehlikeli olduğuna dikkat çekmektedir. Buradaki asıl hedef, onların işlerini sıkı tutmaları ve dürüst olmalarını sağlamak içindir. Yani ufuk belirsizleşip, hava iyice kararıp, fırtına ve rüzgârlar da esmeye başladığı zaman, müminlerin iman konusunda asla şüpheye düşmemesi lazımdır.

Bir de ibadetlerde şüphe edilmesi söz konusudur. Bu da ayrı bir hastalıktır. Bazı davranışlarda bu durum ikna edilmeyecek dereceye ulaşır. Yani kişi kendi kendine hâkim olamaz. Mesela: abdesti yarım saatte alanlar, aldığı abdesti yarı yerde birkaç defa bozup yeniden alanlar, vakit namazına 20 dakika kaldığı zaman abdeste başlayıp, bitiremediği için namaza yetişemeyen insanlar vardır. Bu yönüyle şüphe, âdeta huzursuzluk kaynağı veya çilelerin en büyüğüdür. Çünkü bu durum duyguların değil, zekânın kusurudur. İnsanı hiçbir faydası olmayan ıstıraba sürükler. Bir nevi hummalı hastalık gibidir ne uyur, ne de uyutur.

Mesela; bir kişi namazı üç mü kıldım yoksa dört mü kıldım şeklinde şüpheye düşse, eğer bu durum ilk defa başına geliyorsa, namazı yeniden kılar. Ama bu şüphe her zaman vuku buluyorsa, zannı galibe göre yani ağırlıklı kanaati hangi yönde ise ona göre hareket eder. Bu durumu şüpheci kişiye anlatmak çok zordur. Bilmiş olmasına rağmen, yine de şüpheleri devam eder. Bu da huzursuzluğun kendisi demektir. Şüpheyi bitirmenin en etkili ilacı, kişinin kendi iradesine güven duymasıdır.

Haram-helam ve şüphelerle ilgili konuları açıklayan bir hadis-i şerifte şöyledir:

Nu’man İbnu Beşir (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki:

“Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu)  şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur. Tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melîkin bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur.  Eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.” [3]

Hadis-i şerif, bize üç konu hakkında bilgi vermektedir.

Birincisi, yapılması ve kullanılmasında hiçbir sakınca görülmeyen helallerdir.

Bunlar, yenilmek üzere yetiştirilen meyveler. Canlı hayvanlar ve içeceklerden de temiz olduğu tespit edilenlerdir.  Giysi olarak ihtiyaç duyulanları da, yün,  pamuk, keten ve kıldan yapılmış elbiseler şeklinde özetlemek mümkündür.

Güzel olanı kullanma konusundaki ayet-i kerime şöyledir:

“De ki; “Allah’ın kullarının yararına sunduğu güzellikleri ve temiz yiyecekleri kim haram etti? De ki; Bunlar, dünya hayatında müminler içindir. Kıyamet günü ise sadece onlarındır. Biz ayetlerimizi bilenlere böyle ayrıntılı biçimde açıklıyoruz. ” [4]

Müşrik Araplar giysi konusunda bazı giyecekleri yasaklıyor, Kâbe’yi çıplak olarak tavaf ediyor, hac zamanlarında da etli yemekleri yemiyor, hafif yiyeceklerle yetinmeye çalışıyorlardı. Ayet onların bu davranışlarını tel’in ediyor ve güzel nimetlerin müminler için yaratıldığını beyan buyuruyor. Çünkü helal olan şeylerden yüz çevirmek, Allah’ın helal kıldığı şeyleri kişinin kendisine haram etmesi demektir ki, bu da eziyet çekmekten başka bir şey değildir.

Helal olanı kullanmak, dünya nimetlerinden yüz çevirme ve mal mülk edinmeme anlamına gelmemektedir. Çünkü Muhammed (s.a.v.)’de kendi imkânları dâhilinde dünya nimetlerinden yararlanmış, ümmetlerinin de helal olan her çeşit nimetten istifade etmelerini emir buyurmuşlardır.

İkincisi, yapılması kesinlikle yasaklanmış olan haramlardır.

Bunları da ölü eti, kan, domuz eti ve haram olan içecekler ile faiz kumar ve haram olan yollardan kazanılan paralarla alınmış olan şeyler ve hayat boyunca başa gelen diğer günahlar şeklinde özetlemek mümkündür. Bunu kısaca açıklamakta fayda vardır.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır.

“Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helalden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak.” [5]

Hadis, mümini kazanç hususunda dikkatli olmaya ve kazanca haram karıştırmamaya davet etmektedir.

Hayatı bir bütün olarak düşündüğümüz zaman, yaşantımızdaki diğer fiillerimizde rızkımız kadar önemlidir.

Bu gün, günah ve haramlardan yana cömert olan bir devirde yaşıyoruz. Zamane insanının birçoğu din ayrı, dünya ayrı düşüncesiyle yaşıyor ahiretin bu dünyada kazanılacağını ve dinin helal lokma ile korunacağını göz ardı ediyor. Kendi malını siyah gözlükle seyredip, kazanç için harama rağbet etmeyi de adet haline getirmiş durumdadır. Hâlbuki Malın helalden kazanılanı bittiği gibi haramdan kazanılanı da bitecektir. Ama kişiye her iki yoldan elde edilen sevap ve günah kalacaktır.

Darda kalan insanlar dua ederken Allah ile beraber olmaktadırlar. Bolluğa çıkıp paraları harcarken, maalesef, Allah’ı hatırlamakta zorlanmaktadırlar.

Bizden önceki asrın insanları, günah olan fiilleri kendi cüz’i iradeleri ile işliyorlardı. Bizim zamanımızda ise günah olan şeyler, ayağımıza kadar gelip, dolaşmakta olduğumuz her yerde bizi teşvik ve tahrik etmektedir. Evimizdeki televizyonlar bile, bazen masum bir davranış sergileyerek, imanımıza hücum etmektedir. Yani sanat edebiyat veya bir haber kılıfı altında, bizi günaha teşvik etmekte, haram olan manzaraları seyretmekle karşı karşıya bırakmaktadır. Onun için, dinimizin yasakladığı günah sayılan şeylere karşı tam siper halinde yaşamayı öğrenmek zorundayız.

Haram olan şeylerden korunmak, sevap için yapılan nafile ibadetten önce gelmektedir. Çünkü bir kimsenin nafile ibadet etmesi farz değil, ama her çeşit günah sayılan şeylerden kendini koruması farzdır. Mümin, büyük günaha düşmemek için küçük günahlardan da kaçınmak zorundadır. Zira günah olan bazı şeyleri küçük görmekte hatadır. Çünkü küçük saydığımız günahlar da Allah’ın emrine muhalefetten oluşmaktadır.

Üçüncüsü ise hakkında kesin hüküm bulunmayan şüpheli şeylerdir.

Bunları da haram ve helal olma konusunda ihtilaf edilen ve şıradan yapılan “nebiz” ile giyiminde ihtilaf edilmiş hayvan derileri şeklinde özetlemek mümkündür.

Yani haram helal ve şüpheli şeyleri önce ayetten, sonra hadislerden, onlarda bulamadığımızı da fıkıh hükümlerinden öğrenmek durumundayız. Çünkü ayet-i kerimede:

Sana bu kitabı her şeyi açıklayan bir bilge, bir doğru yol rehberi, bir rahmet kaynağı ve Müslümanlara yönelik bir müjde olarak indirdik” buyrulmaktadır. [6] 

Yani İslam dininin anayasası olan Kur’an-ı Kerim, insanlığın muhtaç olduğu helâl-haram, sevap-günah konularına dair bilgileri ana hatlarıyla açıklamıştır. Kur’an, hükümleriyle amel edenler için bir hidayet ve rahmet vesilesidir. Allah’ın birliğini tanıyıp O’na itaat edenler için, O’nun cömertliğini ve lütufkârlığını bildiren bir doğru yol kılavuzu ve bir müjdecidir. Onun ötesinde delil getirmek isteyenin delili, Allah indinde kabul görmeyecektir.

Ancak bu konuda bilinmesi gereken önemli bir husus vardır.

Kur’an’ı Kerim, anlaşılıp, uygulanması için indirilmiş kolay bir kitaptır. Ancak bu durum. İlimden nasibini almamış veya ilahiyat eğitimi görmemiş her insanın, ondan hüküm çıkarmasını gerektirmez. Yani her meal okuyan dinde hüküm verme yetkisine sahip değildir.

Yukarıdaki hadiste, şüpheli şeylerden kaçınanların, dinini ve ırzını korumuş olacağını, şüpheli şeylere düşenlerinde, harama düşmüş olacağını beyan buyurmuştur.

İman kesinlik ister, asla şüphe götürmez. Öyle ise imandan kaynaklanan her çeşit söz ve davranışların da  hem doğru, hem de kesin olması gerekir. Şüpheli şeylerle meşgul olmak, yasak olan bölgenin yakınında dolaşmak demektir. Yani şüpheli şeyler, haramlardan önce gelen basamaklar gibidir. İslam’ı pürüzsüz olarak yaşamak için bunlardan sakınmak gerekir. Manevi huzursuzluktan kurtulmanın çaresi de budur. Onun için haram ve helal anlayışımızı, şüpheli şeylere karşı da canlı tutmak zorundayız. Çünkü şüpheli şeyleri terk etmek, mümini günah işleme endişesinden kurtaracak, kalbi ve cesedi mutluluğa ulaştıracaktır.

Dünyevi yaşantımızda şüpheli olan şeylerden kesinlikle kaçınırız.

Mesela: Mikroplu olduğunda şüphe ettiğimiz bir suyu asla içmeyiz. Hasta olurum düşüncesiyle helal gıda maddelerine karşı perhiz ettiğimiz halde, ateşe götüreceğini bildiğimiz günah fiillerden kendimizi çekmekte maalesef gaflete düşüyoruz. Kısa bir dünya hayatı için bu kadar hassasiyet gösteren insanoğlunun, ebedi hayat için aynı titizliğe sahip olması gerekmez mi? Elbette gerekir. Çünkü dünyada ahiret hayatını kazanmak için yaşıyoruz.

Yani fani olan dünya hayatımıza, baki olan ahiret penceresinden bakıp, fani olanı baki olana azık yapabilirsek o zaman bu hayatı değerlendirmiş olacağız. Aksi halde dünya hayatımız boş bir eğlenceden başka bir şey olmayacaktır. Öyle ise haramdan kaçındığımız gibi harama götürme ihtimali olan şüpheli şeylerden de kaçınmak zorundayız. Çünkü Haramlar Allah’ın koruluğuna şüpheli şeylere cesaret edenler de koruluğun etrafında koyun otlatanlara benzetilmiştir. Koruya girmemek için ona yaklaşmamak gerekir. Bundan dolayı harama götüren şeyler de haram olarak kabul edilmiştir.

Mesela: Zina haram olduğu gibi, zinaya vesile olacak, yabancı bir kadınla yalnız kalmak, ona dokunmak veya şehvetle bakmakta haram kılınmıştır.

Şüpheli şeylerden kaçınırken bazı kayıplarımızın olma ihtimali bizi korkutmamalıdır çünkü müslüman dünyaya, Allah’a kulluk etmek için gelmiştir. Öyle ise, Müslüman dünyalık için yaşamamalı, dünyalık olan şeyleri kullanarak, ahireti kazanmak için yaşamalıdır.

Emekli Müftü Ali Kara’nın kaleme aldığı bu yazı, Fıtrat Haber sitesinde 13.11.2017 tarihinde yayımlanmıştır.

___________________________

[1] Bakara Sûresi, 2/147

[2] Hucurat Suresi 49/15

[3] Buharî, İman 39, Müslim, Müsakat 107, Ebu Davud, Büyû 3, Tirmizî, Büyû 1

[4] A’raf Suresi 7/32

[5] Buhârî, Büyû 7,Nesâî, Büyû 2

[6] Nahl suresi 16/89