ZAN İLE AYIP ARAŞTIRMAK

İnsanların, görülmesini istemedikleri veya kendileri için bir utanç vesilesi saydıkları konuları araştırmamak, İslam ahlak ve faziletlerinin başında gelmektedir. Çünkü insanoğlunun hiç bir ferdi, ayıp ve kusurdan muaf değildir. Eğer muaf olsaydı kişi başkalarının kusurunu bulmaktan zevk almaz veya mutlu olmazdı.

Ancak Resul ve Nebiler bu tarifin dışındadır. Onlar hiç kimsenin ayıp ve kusurunu araştırmaz bilakis noksan taraflarını kapatmak suretiyle insanları kazanmaya çalışırlar. Yani onlar kolay kolay hata etmezler. Şayet hata edecek olurlarsa, Yüce Allah onları uyarır ve hatalarından dönmelerini sağlar.

Resul ve Nebiler dışındaki insanlar, başkalarının kusurunu her zaman göz önünde bulundurduğu halde kendi kusurlarını da umumiyetle göz ardı ederler. Bu durum her insanın manevi yapısına göre az veya çok olarak değişmektedir. Bundan dolayı Müslüman’ın şahsiyetini rencide edecek veya küçük düşürecek sırlarının başkalarına anlatılması, dinimiz tarafından tam bir ahlaksızlık olarak değerlendirilmiş ve yasaklanmıştır.

Zan ile hareket etmek, Resullerin davetine muhalefet eden hidayete tabi olmayan, sadece kuruntu ve kişisel arzularına tabi olan kimliği gelişmemiş, hayrı ve şerri birbirinden ayıramayan insanların işidir. Bu durumu açıklayan ayet-i kerime şöyledir.

“Eğer sen yeryüzündeki insanların çoğunluğuna itaat edersen, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka bir sözde söylemezler.”  (En’am Suresi 6/116)

Çoğunluğu cahiliye mensubu olan insanlar işlerinde Allah’ı hakem yapmıyor, yaşantılarını da Allah’ın emirlerine göre yönetmiyorlardı. Günümüzde “faizsiz ticaret olmaz” düşüncesini paylaşanlar gibi gerçek bir fikir ileri sürmeden karma karışık yaşıyorlardı. Kendilerine uyanları yanlış yollara sevk ediyor, uymayanları da sapıklıkla itham ediyorlardı. Kesin bilgiler işlerine gelmediği için zan ve sezgilerle hareket ediyorlardı. Onları hidayetten saptıran sebepte böyle davranmaları idi. Onun için Kur’an zan ile hareket etmeyi, hidayete tabi olmayanların üzerinde bulunduğu yol olarak nitelendirmiş, zanna dayalı bilgilerle Allah adına haramlar ve helaller koymayı da yasaklamıştır. Bu durumu anlatan ayet-i kerimelerden bir tanesi şöyledir.

“Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Zira zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın; biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin.” Buyrulmaktadır. (Hucurat Suresi 49/12)

Ayet insanların noksanlarının araştırılmasını, hatalarından bahsedilmesini ve özel hayatlarındaki sırlara vakıf olmak için açık veya gizli olarak araştırılmasını yasaklamaktadır. Çünkü zan, ihtimal üzere verilen bir hükümdür. Onun için ekserisi hakka isabet etmemektedir.

Zannın kaynağı kişinin nefsi ile ilgili olduğu zaman hata payı daha da büyük olacaktır. Bundan dolayı da Müslümanın her çeşit zandan sakınması emredilmiştir.

Buradaki yasaklama hükmü toplulukları ilgilendirdiği gibi fertleri de ilgilendirmektedir. Çünkü yasaklamanın sebebi umumidir. Sebep umumi olunca hükümde topluluğa şamil olacaktır.

Zandan kendisini koruyan insanlar, her türlü endişe ve kederden uzak olarak huzur içerisinde hayatlarını sürdürürler. Çünkü huzurlu bir hayat ancak kötü zanlardan arınmış bir toplumda yaşamakla mümkündür.

Âlimler, teşhir edilmemesi gereken ayıpları, bir daha dönüp yapılmayacak şahsi kusurlar olarak yorumlamışlardır. Ancak herkesi ilgilendiren suç ve kötülükleri işleyen kimselere müdahale etmek veya onu bu çirkin kötülüklerden vazgeçirmek için gerekli yerlere şikâyet etmek, yasaklanmış olan bir şey değildir. Çünkü hadis-i şerifte:

“Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a kasem olsun ki, ya ma’rufu emreder ve münkerden de yasaklarsınız veya Allah’ın katından umumî bir belâ göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez.” Buyrulmaktadır. (Tirmizî, Fiten 9)

Öyle ise ayıpların örtülmesine müteallik hadisler, kötülüklerle mücadele etmeye engel değildir. Yani ifşa edilmemesi istenilen hatalar kişinin Rabbi ile kendisi arasında olan kusurlardır.

İnsanlara karşı yapması gereken işleri savsaklayan yahut görevini kötüye kullanarak çalıp çırpan ve dolandıran kimseler, bu hadis-i şeriflerin muhatabı değildir. Çünkü sahtekârlığı sanat edinmiş, şerli insanların suçlarını örtmek veya onlara merhamet etmek, iyiliği kendisine adet edinmiş kimselere zulmetmek demektir. Zira ayet-i kerimede:

“Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.” Buyrulmaktadır. (Ankebut Suresi 29/69)

İnsanlar için metodu koyan, yolu açan, iyiliği gösterip kötülükten sakındıran Yüce Allah’tır. Şayet insan Allah’ın koyduğu metoda uymaz O’nun açtığı yola girmez, gösterdiği iyiliği kabullenmez yasakladığı kötülükten de korunmazsa başına gelecek felaketlere razı olmuş demektir.

Yaşayışını kontrol edemeyen insanlar kendi kusurlarını araştırma yerine, hatayı başkalarında arama gayretine düşerler. Böyle kimseler, kendilerini tarafsız olarak kontrol edecek kültüre sahip olmayan zavallılar demektir. Onlar, başkalarının kusurlarını seyrederken, kartal gözü gibi keskin bakışlara sahip olurken, kendi hatalarını görme konusunda köstebekler gibi körleşirler. Böyle kimselerin başkalarını ıslah etmeye kalkışması da pek etkili olmaz. Çünkü ıslah edilmek istenen kişiler, kendisi ile meşgul olan zatın yaldızlı sözlerine değil, işlerine ve hareketlerine bakarlar. Çünkü insanın kendi hatasını görmesi, yüce Allah’ın kişiye vermiş olduğu bir nimetidir.

İslam toplumunda insanlar canları, yuvaları, sırları ve kendilerine mahsus olan ayıplarından emin olarak yaşarlar. Hiçbir gerekçe onların bu dokunulmazlık haklarını ortadan kaldıramaz. Hatta bir suçun kovuşturulması dahi ayıp arama bahanesi olamaz. İnsanlar birbirlerinin iç dünyalarını bilemedikleri için dış görünüşü itibariyle tespit edilen suçlardan dolayı cezalandırılırlar. Durum böyle olunca hiç kimsenin başkası hakkında tahmin yürütmeye ve su-i zanda bulunmaya hakkı yoktur. Zira hadis-i şerifte:

“Bir kul dünyada bir kulu örterse, Allah Kıyamet günü onu mutlaka örter.”Buyrulmuştur. (Müslim, Birr 72)

Örtülmesi istenilen kusurlar, hem kul hakkına taalluk etmeyen, hem de zulüm ve haksızlık sayılmayan suçlardır. Çünkü böyle suçların söylenmesi kimseye bir şey kazandırmayacaktır ancak adaletin yerini bulması için şahitliğin yapılması gerektiği gibi hüküm yönünden haram sayılan suçları gizlemek asla caiz değildir.

Emekli Müftü Ali Kara’nın kaleme aldığı bu yazı, Fıtrat Haber sitesinde 5.4.2018 tarihinde yayımlanmıştır.