İBN-İ ARABÎ VE HADİS

Şimdi soru şu: İlim ehli için bir çalışmada veya duruşta gözetilecek olan İbn-i Arabî mi, Allah Resulünün bir şeyi deyip demediği mi olmalıdır? Keza isnat edilen şey üzerinden akide halinde empoze edilen şeyin sabitelerle uyumlu olması mı yoksa lafı diyen kişinin kimliği mi?

Doğruluğu üzerinde tartışmanın bile yapılmadığı mutlak dogma ve prensiplerden yola çıkarak, tamamen otantik ve yerine göre, genel olarak kullanılan anlamıyla ‘din dışı’ kabul edilebilecek sonuçlara varması her zaman tartışıla gelmiş olsa bile Muhyiddin İbn-i Arabî’nin (560-638/1165-1240), düşüncesinin her bir parçası için Kur’an ve hadisten, ilgili ilgisiz veya doğru yanlış (sahih -mevzu) kanıt ve destek bulma çabası içinde olduğu görülmektedir.

Genellikle tasavvuf literatüründe yer alan çoğu uydurma veya zayıf hadisleri kendi görüşleri doğrultusunda kullanmakta bir sakınca görmeyen İbn-i Arabî’nin hadis ilmiyle ilgili ölçüleri zâhir ulemâsıyla büyük farklılıklar taşımaktadır. Çünkü ona göre bu ümmetin başlıca evliyâsı, Hakk’ın kendilerinde tecellîyâtını
(mazhar-ı Muhammed’i ve mazhar-ı Cebrâil’i) ikame ettiği kişilerdir. Velî bu mazhardan Muhammed’in getirdiği ahkâmı dinler. Bu dinleme sonunda
ahkâm onun kalbine iner. Sonra aklıyla bu ahkâmı anlar. Velî, şer’î hükümleri mazhar-ı Muhammed’den, Muhammed’in ümmetine yaptığı tebliğde hazır bulunur gibi alır ve kendine intikâl ettirir. Bu ilmin sıhhati, zâhir ulemâsının ilmi gibi ilme’l-yakin değil, ayne’l-yakindir.

Dr. Mustafa Akman’ın kaleme aldığı bu yazı, Kitap ve Hikmet dergisinde 23. Sayı 5. Yıl Ekim, Kasım, Aralık 2018 tarihinde yayımlanmıştır.

Yazıyı görüntülemek için linke tıklayın: mustafa-akman-23-sayi-ibni-arabi-ve-hadis